21 Mayıs 2008 Çarşamba

@ İhvan'a göre Erbakan-Erdoğan farkı

Abdulhamit Bilici'nin Zaman'daki yazısını aşağıda okuyabilirsiniz:

Mısır'da 1920'lerde ortaya çıkan İhvan-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler) İslam dünyasındaki birçok dinî-siyasî hareketin öncüsü sayılır. Gerek Batı'ya karşı tutumu, gerek İslam kaynaklı siyasal düzen tasavvuru, gerekse örgütlenme biçimi yönüyle İhvan, İslam coğrafyasındaki din eksenli bütün hareketleri az çok etkilemiştir.

İdealist bir öğretmen olan Hasan el Benna'nın kurduğu hareket, bugün de oldukça etkili. Özgür bir seçim yapılması halinde, İhvan'ın Mısır'da tek başına iktidar olacağı tahmin ediliyor. Yasadışı sayılmasına ve birçok üyesi hapiste olmasına rağmen, bağımsız isimlerle Mısır Meclisi'nde bulunuyor. Sadece Mısır'da değil, diğer Arap ülkelerinde de İhvan çizgisinde partiler var. Ürdün, Cezayir ve Fas gibi nispeten özgür ülkelerdeki bu partiler, meclislerde veya hükümetlerde yer alıyorlar. 1980'lerde yaşanan Hama katliamının ardından yasaklanan Suriye'deki İhvan çizgisi, mevcut rejimin en ciddi alternatifi olarak görülüyor.

Hareket bir yandan varlığını sürdürürken, bir yandan da değişen şartlara adapte olmaya çalışıyor. Yasaklar nedeniyle 1944'ten beri İcra Kurulu'nu toplayamayan, iç seçimlerini yapamadığı için o dönemden kalma yaşlı bir kuşak tarafından yönetilen hareket, siyasi sınırlamaları internetle aşmayı deniyor. Özellikle genç kuşaklar, oluşturdukları bloglar aracılığıyla gündemleri tartışıyor, hareketin hazırlanmakta olan 'Yeni Parti Programı' üzerinde fikir beyan ediyorlar. (ikhwanweb.com)

AK Parti tecrübesinin İslam dünyası için model olup olamayacağını tartıştığımız Washington'daki toplantıya katılanlardan biri de İhvan'ın bu internet jenerasyonunu temsil eden İbrahim Hudeybi idi. İhvan'ın önemli liderlerinden birinin soyadını taşıyan ve hareketle bağlantısı yüzünden kayınpederi hapiste yatan, ülkesine dönmesi halinde tutuklanacağı için mecburen Katar'da yaşayan bu genç aktivistin İhvan'daki değişim sancısına ilişkin söyledikleri ilginçti. Ama daha ilginci, Türkiye'deki İslamî siyaset üzerinde etkisi olmuş bir hareketin temsilcisinin, AK Parti tecrübesi ve bunun kendileri için anlamı üzerine düşünceleriydi.

Erbakan ve Erdoğan çizgileri arasındaki farkı çok iyi tahlil eden Hudeybi, Erbakan'ın 22 Temmuz seçimleri öncesi dile getirdiği "AK Parti'ye oy veren cehenneme bilet almış olur" sözünün kendisini şoke ettiğini belirtiyordu. Hudeybi'ye göre AK Parti'nin en önemli başarısı ve örnek yönü, yola çıkmadan önce ülke şartlarını ve uluslararası sistemi iyi tahlil etmesiydi. Her kapanma sonrası aynı partiyi farklı isimle kuran Erbakan'ın aksine, Erdoğan yaşanan tecrübeyi dikkate alarak yeni adım atıyordu.

Türkiye'nin laik olduğu gerçeğini kabul ediyor ve her türlü tahrikten kaçınıyordu. Mesela eski cumhurbaşkanı, Köşk'e eşsiz davet ettiğinde AK Parti buna uyuyor, gerilim çıkarmıyordu. Aşırı laik gruplar miting düzenlerken, onlar da karşı mitingle cevap vermiyorlardı. Tahrik endişesiyle tepkilerini sandığa bırakıyor, gerilimi tırmandırmadan başarılı oluyorlardı. Ülkenin birliğine önem veriyorlardı. Seçim listesine liberal, milliyetçi, laik eğilimlerden de isimler alıyorlardı.

Dünyaya bakışları da farklıydı. Başbakan Erbakan ilk gezisini Tahran'a yaparken, Erdoğan Brüksel'i tercih etmişti. Erbakan, İslam birliği deyip D-8 adındaki oluşum için çaba harcarken, Erdoğan AB'ye önem veriyordu. AB sürecinin demokrasi için önemini kavramıştı. İslam dünyasını da unutmuyor; ilk kez İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği'ne bir Türk'ün seçilmesini sağlıyordu. Böylece Türkiye'nin yerinin Batı ve İslam dünyası olduğunu savunan zıt şablonları birleştiriyordu.

Erbakan bir dinî lider gibi ortaya çıkarken, Erdoğan siyasî bir liderdi. Erdoğan, manevî bir lider değil, ortalama bir Türk vatandaşıydı. Bir yanda Avrupalı liderlerle futbol oynuyor, şakalaşıyor; diğer yanda taksici ile esnafla konuşabiliyordu.

Hudeybi'nin yanı sıra Cezayir Barış Toplumu Hareketi ve Fas Adalet ve Kalkınma Partisi liderlerinin benzer konuşmaları, AK Parti tecrübesinin İslam dünyası için ne ifade ettiğini açıklıyordu. AK Parti'nin dine yaklaşımı, bu hareketler için önemsizdi. Çünkü bu ülkelerin sistemi ile Türkiye'ninki farklıydı. Çoğunun anayasasına göre İslam, devletin dini ve yasaların kaynağıydı. Mesela Fas kralı, 'Müminlerin Emiri' sıfatını taşıyordu. Bu partilerin asıl sorunu, modern bir anlayışa sahip olduklarını göstermek; güncel sorunları daha iyi çözeceklerine devleti ve toplumu ikna etmekti. Bu açıdan AK Parti'nin, yolsuzluk, işsizlik, demokrasi, adalet gibi alanlardaki başarısı çok önemliydi. Dindar insanların liderliğindeki bir partinin bunları başarması, onlara hem umut ve cesaret veriyor, hem de model oluyordu.

Kısacası, İslam dünyası Türkiye'yi çok yakından izliyor. Hiçbirimiz bunun getirdiği sorumluluktan kaçamayız...