24 Kasım 2008 Pazartesi

@ Petrolümüz mason kıskacında!

Türkiye'deki petrol rezervlerinin ABD ve İsrail'in uzun dönem politika ve ihtiyaçları için bekletildiği ifade ediliyor. Saadet Partisi kurmaylarından Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun “Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu” adlı kitabında, petrol alanında kilit noktada yer almış çok sayıda Masondan 33'ünün adı loca loca sıralanıyor...

Shell firmasının 20 yıl boyunca Araştırma Genel Müdürlüğü'nü yapmış olan Anthony Huge; “Ortadoğu'ya yıllarımı verdim. Bütün Amerikan petrol firmaları, Türkiye'nin bir petrol okyanusu üzerinde yüzdüğünü biliyor. Suriye, Irak, İran ve Rusya'da petrol var da Türkiye'de yok. Bu düşünülemez” diyor. Amerikalı diğer petrol uzmanları da, “Türkiye'deki petrol rezervlerinin ABD-İsrail'in uzun dönem politika ve ihtiyaçları için bekletildiğini” açıklıyorlar...

Bu bilgilere, “Bir Başka Açıdan Kürt Sorunu” adlı kitabında yer veren Saadet Partisi kurmaylarından Ömer Vehbi Hatipoğlu, özellikle “Güneydoğu'ya ilişkin İsrail planları” çerçeveli değerlendirmelerinde, İsrail'in uzantısı olan “MASON” localarının, “petrol kuruluşlarındaki hakimiyetine dikkat çekiyor. Hatipoğlu'nun kitabında, bu alanda çeşitli dönemler görev yapmış çok sayıda masonun 33'ü isim isim, loca loca sıralanıyor:

Hatipoğlu, “Bu mason ağırlığı ne anlam ifade eder?” sorusuna şu karşılığı veriyor: “Dünyadaki petrolün yüzde 63,3'ü bu bölgededir. ABD'deki rezervlerin ömrü 12 yıl iken, Ortadoğu'daki petrol rezervinin ömrü 88 yıldır. Türkiye'de henüz petrol çıkarılmaya başlanmadığına göre, buradaki rezervin kullanım ömrü çok daha uzundur. 1 yıl sonra ABD topraklarında bir varil petrol kalmayacak. Dünya petrol tüketiminin yüzde 25'ini temsil eden ABD, Ortadoğu ülkelerinin tamamını işgal edemeyeceğine göre, bu ülkelerde jandarmalar bırakacaktır. Etnik ve mezhebi çatışmaları sürdürebildiği ölçüde, her an buraya müdahale edebilme imkanına sahiptir. Kuzey Irak'taki petroller, ‘çekiç güç' döneminde kurulan Kurt OİL ile sahiplenildi. Bunun ortakları İngilizler, ABD'liler ve Talabani çevresi idi. Bu iş taaa Saddam döneminde halledildi. ABD bu yatakların kullanım hakkını 49 yıllığına aldı. Şimdi, Türkiye'deki petrol okyanusu üzerine hesaplar söz konusudur. Masonlar da, Türkiye'deki petrol sektörünün ABD-İsrail adına jandarması olmuşlardır.”

Hatipoğlu, şöyle devam etti: “Muhafazakar bir insan Amerikan çıkarlarını değil, daha çok yerli-milli çıkarları hesaba katar. ABD-İsrail çıkarlarına hizmet eden Masonluğun ve masonların, uzun yıllar ‘devletin petrol alanındaki' yapılanmalarında en etkili pozisyonlarda kalması tesadüfî değildir.”

8. Dönem Jeofizik Mühendisleri Odası Genel Başkanı ve İran Enerji Bakanlığı danışmanlığını dört yıl boyunca yürüten Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, “Karadeniz ve Güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere ülkemizde fazlasıyla petrol var. Kıbrıs'ta petrol yataklarının yerini ben biliyorum. Kıbrıs'la Türkiye arasındaki bölgeye Türkiye'nin araştırma gemilerini sokmuyorlar. Orada Yunan araştırma gemileri çalışıyor. Biz buralarda daha önce araştırmalar yaptık. Buralar bizim petrol beklediğimiz yerler” dedi.

Ercan, “İsrail, İngiltere ve ABD, ‘eğer biz işlemeyeceksek Türkiye'nin petrollerini, Türkler'e de işlettirmeyiz' planıyla hareket ediyorlar. ‘Nasıl olsa eninde sonunda alacağız' mantığı hakim. Türkiye'deki petrol yataklarını İsrail devletinin yarınlarına saklıyorlar” diye konuştu.

Prof. Ercan, Güneydoğu'daki mayınlı arazinin İsrail'e kiralandığını belirterek, “İsrail mayınlı arazileri temizleyerek oradaki petrol kaynaklarını işletecek. Amaç bu. Yıllardır başımıza bela edilen PKK terörünün arkasında da İsrail ve ABD'nin petrol kaynaklarımızla ilgili politikaları yatıyor. O bölgeyi sorunlu hale getirerek petrol kaynaklarımızı kullanmamızı engelliyorlar. Kurduracakları bağımsız bir Kürt devletine Güneydoğu bölgemizi de katarak, oradaki muazzam büyüklükteki petrol rezervlerini kullanmak istiyorlar” şeklinde konuştu.

Profesör Ercan, şöyle devam etti: “Türkiye'nin petrol arama ve çıkarma alanındaki beyin gücü gayet yeterli düzeydedir. Birçok büyük devlete danışmanlık hizmeti veriyoruz. Bu konuda yeterli insan kaynağımız var. Uzman arkadaşlarımızın çoğu petrol çıkaran ülkelerde çok önemli görevler üstleniyorlar. Bizim insan gücümüz, yurtdışı firmalarının çıkarı için çalışıyor maalesef.”

Sevr Anlaşması'nın da petrol ve maden yataklarımızı paylaşmak için dayatıldığını belirten Ercan, “1. Dünya Savaşı'na girmeden önce petrol yataklarının % 57'si Osmanlı İmparatorluğu'nun elindeydi. 1. Dünya Savaşı aslında İngiltere ve Amerika'nın Osmanlı petrol yataklarını elinden almak için yapılan bir savaştı. Elimizdeki petrol yatakları % 57'den % 0,1'e düştü. Bu paylaşım savaştan çok önce yapılmıştır. Kars Anlaşması ile petrol yatağı olan Batum'u Rusya'ya verdik. Ege adalarını da Yunanistan ele geçirdi. Çoğu Yunan sınırı içinde kalan Ege Denizi'ndeki alanlarda da çok ciddi petrol yatakları var. AB'ye giriş pazarlıklarında bunlar da masaya geliyor” dedi.

Jeoloji Mühendisi Reyhan İşeri de, “Türkiye'ye jeolojik açıdan baktığımızda petrol yatakları üzerinde olmadığını söylemek imkansızdır. Diğer taraftan dünya rezervinin yaklaşık yüzde 60'ını karşılayan bir coğrafyada bulunmamızın yanı sıra komşu ülkelere baktığımızda Suriye, İran, Irak, Azerbaycan, Gürcistan ve Bulgaristan'ın hem kendi ihtiyaçlarını karşılayıp hem de ihracatını yapmaları ve jeotektonik veriler de Türkiye'nin zengin petrol yataklarına sahip olma ihtimalini güçlendirmektedir. Nitekim TPAO'nun özellikle 2004 yılından itibaren petrol arama hamlesi neticesinde yapılan araştırmalardan elde edilen veriler de bunun bir göstergesidir” dedi.

İşeri, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye'nin sahip olduğu petrol rezervinin yaklaşık 3 ila 6 bin metre derinlikte yer almasından dolayı geçmişte 5-6 bin metre derinlikte sondaj yapacak sondaj makinesinin bulunmamasından dolayı bir türlü çalışmalardan olumlu neticeler alınmamasının yanı sıra Türkiye'nin Güneydoğu'da petrol aramaları yapması özellikle 1990'lı yıllarda da bölücü terör örgütü aracılığıyla engellenmiştir. Bugün bölücü terör örgütünün arkasındaki gizli ellere baktığımızda İsrail ile ABD'nin var olduğunu gördüğümüze göre bu küresel güç engellemiştir. Nitekim bölücü terör örgütünün bölgede güvenlik sorunu oluşturmasından dolayı da birçok yabancı petrol şirketi de Türkiye'de petrol arama faaliyetlerine girişememiştir. Diğer taraftan Türkiye'de önemli görevlerde bulunmuş mason localarına üye kişileri araştırdığımızda bu şahısların petrol arama çalışmalarında bazı engeller çıkardıkları gerçeği göz ardı edilemez.”

Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi Üyesi Necdet Pamir: Türkiye'de petrol ve doğalgaz aramaları yeterince yapılmıyor” diyerek şunları söyledi: “Dış politikalardaki yanlışlıklar nedeniyle petrol arama faaliyetlerimiz geri bırakılmıştır. 1954'te TPAO iki entegre yapı halinde kurulmuştu. Ama daha sonra bünyedeki TÜPRAŞ, POAŞ gibi kurumlar ana yapıdan kopartılarak paramparça edilmiştir. Türkiye petrollerinin entegre yapısı dağıtılarak hem maddi açıdan hem de olanaklar yönünden zayıf bırakılmıştır. ‘Türkiye'de petrol yok' denemez. Yeterli petrol araması yapmıyoruz. Aranabilmesi için TPAO motor güç olmalıdır. Dünya Bankası ve IMF tarafından dayatılan politikalarla kendi petrol kaynaklarımızı işlememiz mümkün olmaz

İTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Satman'ın konuyla ilgili görüşleri ise şöyle: Türkiye'de petrol aramacılığına ve sondajına bütçe ayrılırsa petrol bulunabilmektedir. Türkiye'de petrol vardır. Kilis'ten Siirt'e uzanan Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde, Trakya'da petrol üretilmektedir, Ege'de (Manisa/Alaşehir) keşfedilmiştir, Doğu Anadolu'da, Tuz Gölü yakınında, Karadeniz ve Akdeniz'de petrol potansiyeli tahmin edilmektedir. Türkiye'nin yeteri kadar arandığını söylemek mümkün değildir. Türkiye'de petrol aramacılığı ve sondaj faaliyetlerine ayrılan bütçe yetersizdir. 2001 yılı yatırım programında TPAO'nun sondaj öncesi (jeolojik ve jeofizik çalışmalar) ve sondaj çalışmalarına yaklaşık 28 milyon dolar ayrılmıştır. Bu bütçe yetersizdir...

21 Kasım 2008 Cuma

@ İzlanda neden ''Batık Ülke'' oldu?

Tüm dünyada özellikle Amerika’yı ve gelişmiş Avrupa ülkelerini sarsan küresel mali kriz, özellikle İzlanda’yı etkilemiş ve bu ülkeyi finansal yönden çöküşe götürmüştür. Bir kısım basın İzlanda’yı “Batık Ülke” olarak tanımlarken, bazıları ise krizin İzlanda’yı “yuttuğunu” belirtmişlerdir. Peki acaba küresel kriz tüm dünyayı etkilemiş olmasına rağmen, neden özellikle İzlanda iflasın eşiğine gelmiş durumdadır?

Küresel mali krizin sebebi, insanların faiz sistemine bel bağlamaları nedeniyle bankalara yoğun yatırımlar yapmaları ve bu nedenle de piyasada para akışı, üretim, alım satım olmamasıdır. Fakat İzlanda’yı söz konusu çöküşte özel kılan şey, İzlanda bankalarının önermiş oldukları oldukça yüksek faiz oranlarıdır. İngiltere başta olmak üzere diğer ülkelerden de yatırımcılar, yüksek faiz nedeniyle İzlanda bankalarını tercih etmiş fakat bankalar vaadlerini karşılayamamışlardır.

İnsanlar, bankaların bu gözboyayacı teklifine aldanarak faizin kurtarıcı olacağını düşünmüşlerdir. Parayı harcamayarak, bankalarda biriktirerek kısa yoldan kar elde edebileceklerine inanmışlardır. Bunun tepmez, devrilmez, çöküşe uğramaz bir sistem olacağını sanmışlardır. Allah’ın haram kıldığı faiz gibi bir sistemi uygulamaktan dolayı zarara uğrayabileceklerini belki de hiç düşünmemişlerdir. Oysa Yüce Rabbimiz ayetlerinde belirtmiştir:

Faiz (riba) yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: "Alım-satım da ancak faiz gibidir" demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.

Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 275-276)


Eğer bir toplum içinde “güçlü olan zayıf olanı ezer” mantığı ahlak kaidesi haline getirilmişse, ahlaki değerler bu sebeple dejenere olmuşsa, zayıf olanı yok etmek, bunun yanı sıra güçlü ve zengin olanı bir biriktirme hırsı içinde gitgide zenginleştirmek yaşamın temel konusu haline getirildiyse işte o zaman ekonomi “vahşi kapitalizme” dönüşür. Vahşi kapitalizm, fakirlerin ve düşkünlerin hiçbir yardım görmedikleri, aksine ezildikleri, sosyal adaletsizliğin bir sorun değil “doğal bir durum” olarak görüldüğü bir uygulama şeklidir.

Vahşi kapitalizmin bir gereği olarak yoksullar elimine edilmelidir. Yoksul ülkelerin ise hiçbir yaşam hakkı yoktur. Bu çarpık anlayışa göre güçlü olan daha da güçlenmeli, daha da zenginleşmelidir. İşte bu nedenle eldeki para, yoksulun kalkınması, üretimin yapılması için kullanılmak yerine, zenginin daha da zenginleşmesi için faiz sistemine dayanarak saklanır. Vahşi kapitalizmin temel fikri dayanağını oluşturan unsur ise, elbette Darwinizm’dir.

Günümüzde yaşanan küresel mali krizde İzlanda; materyalist, kapitalist sistemin neden olduğu bir başka trajik örneği ortaya koymaktadır. Fakat İzlanda söz konusu olduğunda, sosyal Darwinizm’in etkilerinin bu kadar hızlı ortaya çıkmasının şaşırtıcı olmadığını vurgulamak gerekmektedir. Çünkü İzlanda, 2005 yılında Science dergisinin 34 ülke arasında yapmış olduğu bir anket sonucunda, Darwinizm’in en fazla kabul gördüğü ülke ünvanını almıştır:


Darwinizm, yıllar boyunca toplumlara kargaşa, terör, savaş, katliam ve huzursuzluk getirmiş olan en büyük beladır. Kitleleri katleden komünist ve faşist liderler – Lenin, Stalin, Marks, Mao, Hitler – kendilerine Darwin’in öğretilerini örnek aldıklarını özellikle dile getirmişlerdir. Toplumlara adapte edilmeye çalışılan “güçlü olan zayıfı yener” anlayışı sonucunda hakim olan vahşi kapitalizm yoksulların yok olmasını, zenginlerin ise yoksulları sömürerek zenginleşmesini öngörmüştür. İşte şu anda tüm dünyanın ve özellikle Darwinist İzlanda’nın içinde bulunduğu bu fevkalade mali çöküş, Darwinizm belasının açık sonucudur.

Dünya kaynaklarının adaletli ve etkili bir şekilde kullanılması, fakir ve muhtaçların, açlığa ve yoksulluğa terk edilmiş olanların insani şartlarda ve eşit şekilde yaşayabilmeleri için Darwinizm’in dünyadaki fikri etkisinin yok edilmesi şarttır. Darwinizm korundukça, Darwinist toplumlar üzerinde belalar, sıkıntılar, çöküşler ve huzursuzluklar gitgide artarak devam edecektir. Toplumlar, sıkıntı ve zorluklardan kurtulmayı hedefliyorlarsa, mutlaka Darwinist görüş ve anlayıştan sıyrılmalı, Kuran ahlakına yönelmelidirler. Sosyal Darwinizm zayıfların ezilmesini, acımasızca rekabet etmeyi insanlara telkin ederken, Kuran ahlakında zayıfa yardım etme, onu koruma, yardımlaşma ve merhamet vardır. Kuran ahlakına göre yaşandığında, faiz belası sona erecek, paralar bankalarda saklanıp kalmayacaktır. Yoksula sadaka verilecek, böylelikle yoksulun alım gücü olacak, bunun sonucunda üretim gereksinimi doğacak, fabrikalar güçlü bir şekilde çalışmaya başlayacak, piyasa hareketlenecek, alış ve satış şimdiye dek olmadığı kadar artacaktır. Fakirlik sona erecek, zengin olan da daha fazla zenginleşip huzurlu yaşacaktır. Kuran ahlakına göre esas olan Allah’a tevekküldür. Tüm mülkün Allah’a ait olduğunu bilmek, şimdi de gelecekte de insanı koruyup gözetenin Allah olduğuna kalpten inanmak ve Rabbimiz’e dayanıp güvenmektir. Dolayısıyla Kuran ahlakını yaşayan toplumlarda Allah’a tevekkül içinde yaşamanın huzuru ve rahatlığı olacak, insanlar gelecek kaygısı taşımayacak, güvenlik içinde olacaklardır. Ve her şeyden önemlisi, tüm bunlar Allah rızası için yapıldığından, Allah rızası için sadaka verilip Allah rızası için tevekküllü yaşandığından, Yüce Rabbimiz bunun bereketini ve karşılığını dünyada ve ahirette en güzeliyle verecektir. Şüphesiz ki doğrusunu Allah bilir.

Bu, tüm dünya için de, İzlanda için de tek çözümdür.

Rabbimiz bir ayetinde şöyle bildirir:
İnsanların mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah Katında artmaz. Ama Allah'ın yüzünü (rızasını) isteyerek verdiğiniz zekat ise, işte (sevablarını ve gelirlerini) kat kat arttıranlar onlardır. (Rum Suresi, 39)