6 Ocak 2009 Salı

@ Sınırlar kaldırılsın!

Eskiden tek bir devlettik. Aramızda sınır filan yoktu. Bu sınırları aramıza dış güçler koydu. Şimdi bu sınırlar ancak bayramlarda açılıyor. Bu sınırların hep açık olması için, 365 günün bayram olmasını istiyoruz!..’
Bu sözler Suriye Baş Müftüsü Dr. Ahmed Bedrettin Hassun’a ait. Türkiye’den giden kalabalık bir gazeteci ve akademisyen grubuna hitaben, yaptığı konuşmasına böyle başladı. Dr. Hassun sempatik tavırları ve güçlü hitabet kabiliyeti ile, insanları derhal etkileyebiliyor. Paris Sorbonne’dan diplomalı. Ama esas önemli olan söyledikleri. “Aramıza sınır koyan güçler, şimdi yeniden ülkelerimizi parçalayıp taksim etmek istiyorlar. Tıpkı halen Irak’ta yapmakta oldukları gibi. Irak’ta Sünni, Şii, Kürt, Keldani ve Türkmen diye halkın arasına nifak sokup bölüyorlar. Daha önce aynı oyunu Lübnan’da da oynadı malum güçler. Aman dikkatli olalım, birliğimizi ve kimliğimiz muhafaza edelim. Dış güçlerin tekrar topraklarımızı taksim etmesine fırsat vermeyelim” Suriye Baş Müftüsü, yakın tarihimizle ilgili olarak o kadar önemli noktalara işaret ediyor ki. Öyle hayati ikazlarda bulunuyor ki, “Son yüzyılda yaşanan bütün acıları, felaketleri bir film şeridi gibi hemen gözlerimizin önünden geçiriveriyor sanki.”

Bu kaçıncı taksim? Bu kaçıncı işgal ve mezalim? Dr. Ahmed Hassun, aramızda sınır yoktu derken; İngiltere ile Fransa’nın, Osmanlı hakimiyetindeki Arap topraklarını kendi aralarında taksim etmek için yaptıkları Sykes-Picot Anlaşmasının öncesini hatırlatıyor. 1916’da yapılan bu gizli anlaşma, İngiliz diplomat Mark Sykes ve Fransız George Picot’un adlarıyla anılıyor. Anlaşma ile Suriye ve Lübnan toprakları Fransa’ya, Ürdün, Irak ve Filistin toprakları da İngiltere’ye taksim ediliyor. Mahut anlaşmanın detaylarını burada vermek mümkün olmayacağı için, siyasi tarih kitaplarına başvurmak gerekir. Sadece şunu belirtelim ki, taksimat bu anlaşma ile sınırlı kalmamış. ‘Parçala ve hükmet’ taktiği, emperyalist güçlerce hep uygulanmaya devam etmiştir. Tek ve bağımsız bir Arap Devleti kurmak vaadiyle kandırılıp kışkırtılan Araplara, bağımsızlık filan vermek şöyle dursun; onları bir daha rahat ve huzur yüzü göremeyecek şekilde, hem kendi aralarında çatıştırdılar, hem de burunlarının dibine taşıdıkları yeni bir düşmanla hiç bitmeyecek bir savaşın içine soktular!.. Netice olarak bugün irili ufaklı 22 tane Arap kimlikli devlet var bölgede. Filistin de bağımsızlığına kavuşursa bu sayı 23 olacak. Ama bu bağımsızlığı olabildiğince geciktirmek ve kurulacak devleti prematüre hale getirmek için, daha şimdiden Filistin halkı da fena halde bölünmüş durumda. Bir tarafa destek verilir gibi yapılıyor, öbür taraf ise açlık ve sefalet içinde kıvrandırılıyor.

Birinci Dünya savaşından sonra, Arap topraklarında kurulan İngiliz ve Fransız Manda Yönetimleri, parçalama ve taksimatı sürdürerek bölgede tutunmaya çalıştılar. Daha 1920 yılında Lübnan Suriye’den koparılmıştı. Bugünkü Suriye toprakları üzerinde de Şam ve Halep merkezli devletçikler ile Lazkiye ve çevresinde de bir Dürzi hükümeti kurdurulmuştu. Ülkede yekpare bir yönetimden bahsetmek mümkün değildi. Bu durum, 1921 den itibaren Fransız Manda Yönetimi’ne karşı başlayan mücadelenin, 1946 yılında bağımsızlığın kazanılmasıyla noktalanmasına kadar devam edecektir. Lübnan’ın bugünkü durumu da malum. 1975 -1990 arasında devam eden korkunç iç savaşın yakıp yıktığı ülke, yaralarını daha yeni yeni sarmış iken, şimdi yeni bir tehlikenin eşiğinde dolaşıyor. Eski Başbakan Refik Hariri’nin bir suikast sonucu öldürülmesi, ülkedeki bütün dengeleri alt üst etti. Lübnan’daki iç savaşın önüne geçmek üzere, Arap Birliği’nin kararı ile daha önce Lübnan’a gönderilmiş olan Suriye askerleri, bu suikastten sonra Amerika’nın başını çektiği lobinin baskıları sonucu, BM Güvenlik Konseyi Kararı ile bu ülkeden geri çekildi.

Lübnan’daki suikast ve siyasi çekişmelerden ötürü, ABD ve Avrupa Birliği, uzun müddet Suriye’ye karşı şiddetli bir baskı politikası uyguladı. Suriye’nin politik olarak uluslar arası camiadan tecrit edilme planları, Türkiye’nin gayretleri sayesinde başarısızlığa uğradı. Lübnan nüfus ve yönetim biçimi ile Orta Doğu’da tam bir mozaik tablosunu yansıtıyor. Anayasal statüye göre, Cumhurbaşkanının Maruni Hıristiyan, Meclis Başkanının Şii Müslüman, Başbakanın Sünni Müslüman, Genelkurmay Başkanının Maruni Hıristiyan olması gerekiyor. Daha önce İsrail işgaline karşı direniş mücadelesi veren bir silahlı örgüt iken, özellikle işgalin sona erdirilmesinde gösterdiği başarılar sonucu, ülkede giderek daha geniş destek görmeye başlayan ve siyasal bir partiye dönüşerek Lübnan Parlamentosunda da kilit bir rol oynamaya başlayan Hizbullah, hali hazırda hem Suriye hem de İran ile olan ilişkilerinden ötürü çok güçlü bir konumda. Buna karşılık Lübnan’daki Dürzilerin Lideri Velid Canbolat, Suriye karşıtı tavırlarıyla öne çıkıyor.

Amerika bir taraftan İsrail ile barış yapması için Suriye’ye baskı yaparken, diğer taraftan Lübnan’a müdahale etmemesi için Avrupa Birliği ile birlikte sıkıştırmaya çalışıyor. 2003 yılından itibaren Irak ile birlikte Suriye’yi de doğrudan hedef alan Amerika, ekonomik ambargo, politik izolasyon, savaş tehdidi ve rejim değişikliği gibi rijit baskı yollarıyla Suriye’yi her yönden zorlamayı sürdürdü. Avrupa Birliği de bir müddet için, ABD’nin yanında zorlayıcı tavır takındı ancak daha sonra, özellikle Sarkozy’nin göreve gelmesinden sonra Suriye’ye karşı, baskı yapma yerine diyalog yolunu tercih etmeye başladı. Nitekim AB, 1995 tarihli Barselona Anlaşması gereği, 12 tane Doğu Akdeniz ülkesi ile imzalaması gereken “Ortaklık Anlaşması”nı, diğer bütün devletlerle hayata geçirdiği halde, Suriye’yi dışarıda tutuyordu. Nihayet iki hafta evvel Suriye ile de bu anlaşma imzalandı. Ticaret, endüstri, çevre ve kültür alanlarında iş birliğini öngören anlaşmaya göre, Suriye ile AB arasında, gelecekteki 12 yıl boyunca düzenli olarak tarifelerin düşürülmesi hedefleniyor. Bu anlaşma şüphesiz Suriye ile AB arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin başlangıcı.

Geçtiğimiz Haziran ayında, Akdeniz İşbirliği Konferansı çerçevesinde Paris’e giden Beşşar Esad’ın Fransa ziyareti, bu ülkede hararetli siyasi tartışmalara konu olmuştu. Bunun sebebi, Chirac döneminde Suriye’ye karşı başlatılan dışlayıcı politika idi. Ancak Devlet Başkanı Sarkozy, tepkilere rağmen Beşşar Esad’ı üst seviyede protokolle karşılayarak, Fransa’nın Suriye ile geçmişte örselenmiş olan ilişkilerini düzeltme niyetini ortaya koymuştu. Eylül ayında da bu defa kendisi Suriye’ye giderek; Beşşar Esad, Katar Emiri El Tani ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte Şam’daki dörtlü zirveye katıldı. Kısacası artık Suriye’nin AB ülkeleri ile ilişkileri daha iyi.

Türk Gazetecilerle olan sohbetinde, Suriye Baş Müftüsü Ahmed Hassun, bir müddet önce, Avrupa Konseyi’nde 46 tane Dışişleri Bakanı önünde yaptığı konuşmadan da bahsetti. Dr. Hassun, bu arada Türkiye’ye de; “Avrupa Birliği’nin kapısını çok fazla zorlamanıza gerek yok. Onlar daha çok size muhtaç ve mutlaka bir gün ayağınıza gelecekler” dedi ki, bana göre hiç de haksız değildi.