11 Şubat 2009 Çarşamba

@ Yeni Osmanlılar, Ortadoğu'nun mayın tarlasında...

İngiltere'de Arapça yayımlanan el Kuds el Arabi gazetesinin 5 Şubat 2009 tarihli internet sayfasında, Beşir Musa Nafii imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun özet çevirisi şöyledir:

Yaklaşık 5 yıl önce AK Parti hükümetinin dışpolitikasını inceleyen bir makale yayımlamıştım. Bu makalemde Erdoğan ve hükümetini "Yeni Osmanlılar" olarak nitelemiştim.

Daha sonraki yıllarda bu terim, bazen yüzeysel bir şekilde bazen de kavrayarak ve sıkça kullanılmaya başlandı. Bu hatırlatmayı yapmamın amacı, Gazze'de yapılan ve Erdoğan'ı destekleyen gösteriydi. Söz konusu gösteride dikkat çeken en önemli ayrıntı, Arap topraklarında ve Arapların ellerinde Türk bayrağının dalgalanmasıydı. Bu bayrak sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin değil, aynı zamanda Osmanlı devletinin de bayrağıdır. Bu bayrak, cumhuriyetin değiştirmediği, Osmanlı saltanatının simgelerinden biridir. Osmanlı ordusu, Türkler, Araplar ve Kürtler bu bayrak altında savaştı ve bu bayrak altında yüzbinlerce kişi şehit düştü. Eğer yanılmıyorsam Osmanlının yıkılışından sonra ilk defa bir Türk bayrağı Arap sokaklarında coşkulu bir şekilde dalgalandırıldı.

Gazzelilerin Türk-Osmanlı bayrağını taşımalarının nedeni, Türk hükümetinin Filistin halkı yanında açık bir şekilde yer almasıdır. Bu destek Davos'ta Erdoğan'ın tutumuyla da pekişmiştir. 2002 yılında AK Parti iktidar olunca, Türk hükümeti, Filistin davasına daha fazla ilgi göstermeye başladı ve bu ilgi Gazze savaşında daha belirginleşti. Aslında Türk-Osmanlı bayrağının taşınması, 80 yıldan beri Türkiye-Arap ilişkilerinin ilk öncüsü değildi; 2006'nın yaz aylarında yaşanan savaş sonrasında Türkler, İsrail-Lübnan sınırlarında Uluslararası Barış Gücüne katılmaya hazır olduklarını göstermişlerdi. Bu katılım, BM bayrağı altında olsa da, Türk askerini, Arap topraklarına bir kez daha getirmiştir.

Türkiye, 1950'li yıllardan beri NATO'ya üyedir, Türk ordusu ABD ordusundan sonra güç bakımından ikinci sırada yer almaktadır. NATO'ya üyeliğiyle Türkiye, Soğuk Savaş döneminde, Batı bloğunun ve Batı stratejisinin en önemli ve en temel parçası olmuştur. Geçtiğimiz yaz aylarında yaşanan Gürcistan krizinde dengeli ve tarafsız olmasına rağmen, Türkiye'nin Gürcistan'a kriz öncesi silah desteğinde bulunduğu gizli bir konu değildir. Türkiye ayrıca, İsrail devletini tanıyan ilk İslam ülkesiydi. 1996 yılında Ankara, İsrail ile bir askeri işbirliği sözleşmesi imzalamıştır.

Bunlara ek olarak Türkiye, AB müzâkerelerinde ilerleme kaydetmek için büyük çaba göstermektedir. Bu ikilem, yani Filistin davasına bakış açısı ve Batı'yla olan ilişkiler; kimlik sorunu ve AK Parti dönemindeki Türkiye'nin seçimleri konularıyla ilgili soru işaretleri uyandırıyor. Yaklaşık 10 veya 20 yıl öncesine kadar böyle bir soruyu sormaya gerek yoktu. Önceki Türk hükümetlerinden bazıları, Özal ve Ecevit hükümetleri gibi, Filistin davasına sempati duyuyor ve Türkiye'nin komşu ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmeye önem veriyordu; ancak hiçbir hükümet başkanı, Avrupa kapsamı dışında veya Batı koalisyonu haricinde Türkiye'nin geleceğini düşünemiyordu.

Günümüzde yani AK Parti iktidarından sonra Türkiye, bu kapsamda bir nitel değişim yaşamaktadır. İşte burada ikilik, farklılık ve karmaşıklığı görebilirsiniz.

AK Parti hükümeti, Türkiye'nin çıkarlarını ve Avrupa'daki İslam varlığının artmasını göz önünde bulundurarak, AB müzâkerelerinde ilerlemek için ciddi çabalar göstermektedir. Bu müzâkereler, Türkiye'nin daha demokrat, daha insancıl ve laik bakış açısında daha az radikal olmasını sağlıyor. Söz konusu müzâkereler ayrıca Türk ordusunun siyasete müdahalesini sınırlandırıyor. Ancak Türkiye'nin şu anki yöneticileri hayalci olmadıklarından, Avrupa'nın en sonunda Türkiye'nin üyeliğini kabul etmeyebileceği tahmininde de bulunuyorlar.

Bu nedenle, bu Türkler Türkiye'nin geleceğinin Arap bölgesinde, Balkanlarda, Kafkasya ve Orta Asya'da olduğunu görüyorlar. Ancak bu Türkler, imparatorluk emelleriyle hareket etmiyorlar. Türklerin çoğu (iktidar partisi mensupları dahil) şu anki Türkiye'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük mirasçısı olduğunu görüyorlar. Ancak bu duyguyu yayılımcı bir politika arzusu olarak yansıtmak haksızlık olur.

Yeni Türkiye, kendini dünyanın ve Batı dünyasının kalbinde görmektedir. Türkiye, laiklik ilkesini daha fazla insancıl, özgürlükçü ve müsamahakâr yapmak için uğraşırken bile, kendini laik bir cumhuriyet olarak görmektedir. AK Parti dönemindeki Türkiye, NATO'dan vazgeçmeyecektir, Filistin halkını korurken bile İsrail ile ilişkilerine de son vermeyecektir.

Türkiye, İran'ın yayılımcı eğilimlerine karşı çıksa bile, Batı'nın İran'ı hedef almasını da reddetmektedir. Türk hükümetinin öncelikleri, halkının refahı ve ekonominin güçlenmesidir. Bu öncelikler, Türkiye'nin bölgedeki ticari faaliyetlerinde göz önünde bulunduracağı en önemli kriterler olacaktır.

Yeni Türkiye, etnik ve kültürel farklılaşmaya daha büyük bir alan açmaya çalışırken, Türkiye Cumhuriyeti'nin milliyetçilik ilkesinden de vazgeçmemektedir. İşte "Yeni Osmanlıcılık" terimiyle anlatmak istediklerim bunlardır.