22 Mayıs 2009 Cuma

@ Bir zamanlar hepimiz Osmanlıydık!

Yasir Arafat öncesi Filistin davasının liderlerini fazla tanımıyoruz. Hacı Emin el Hüseyni, İzzetin el Kasım, Abdulkadir el Hüseyni, İzzet Derveze ve Ahmet Şukeyri gibi isimler aslında Filistin mücadelesi her anıldığında anılması gereken isimler. Bu şahsiyetlerin hayatlarını ayrı ayrı okuduğunuzda Filistin davası zihinlerinizde daha da berraklaşacaktır.

Biz de bu vesile 1908-1980 yılları arasında yaşayan Filistinli ünlü siyaset adamı Ahmet Şukeyri'nin hatıratından bir bölümü timeturk.com okuyucuları için tercüme ediyoruz. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)'nün de ilk lideri olan Ahmet Şukeyri hatıratında hepimizi düşündürecek şu ifadelere yer veriyor:

"Dört yüz yıl boyunca Osmanlı İdaresi döneminde ne aklımıza ne de dilimize ne Arapçılık Hareketi ne de Arap Birliği kavramlarından eser yoktu.

Bu uzun süre zarfında da kuşkusuz biz dilimizle, gelenek göreneklerimizle ve kültürümüzle Arap Ümmeti’ydik. Ancak Arap “kimliğimiz” arka plandaydı daha doğrusu başka bir kişilikle entegre olmuştu: O kişilik kuşkusuz o zaman Osmanlı şahsiyetinde, Osmanlı Devleti’nde yani İslam Halifeliğinde temsil edilen İslami şahsiyetti.

Allah’a en çok hamd ettiğim konulardan biri de çok keskin bir hafızamın olmasıdır. Hayatımın ilk yıllarındaki duygularım bile hafızamda saklıdır. Hafızamın deposunda bu üç terime ait görüntüler çok nettir. Sanki dün kamerayla çekilmiş bugün banyodan çıkmış gibi.

Milyonlarca Arap çocuğu gibi ben de bir “Osmanlı” çocuğu olarak yetiştim. Arapça konuşuyordum. Arap yaşam tarzının tekamül ettiği bir Arap şehrinde yaşıyordum. Yemeğimde, içimimde ve giyiyimde bir Arap gibi yaşadım. Ancak bütün bunlara rağmen ben bir “Osmanlı” idim. Bünyesinde en çok Arap ve Türkleri barındıran bir Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı yani…

Araplar, Türklerin tabiriyle “Necip” milletti. Benim şehrim olan Akka da okulda Türk vatandaşı ailelere mensup çocuklar vardı. Ben o çocuklara “yedek” arkadaşlar derdim. Bu arkadaşlar kendilerine “Osmaniyyun” (Osmanlılar) derdi. Kimse onların bir gün bile kendilerine “Türk” dediğini duymamıştır. Bu arkadaşlar Türkçe ifadelerle kendilerini “Osmanlı” olarak tanıtıyorlardı.

Sabahleyin bayrağı selamlamak için onlarla aynı sırada beklerdik. Gözlerimizi ve ellerimizi yukarıya doğru kaldırarak dürüst bir huşu ve samimi bir ürperti ile Osmanlının Ay Yıldızlı bayrağına selama durur ve en duru sesimizle Türkçe olarak; “Padişahım Çok Yaşa” diye haykırırdık.

Bizim kuşağın o zamanki padişahı Sultan Mehmed Reşad idi. Lakabı iki karanın ve iki denizin Sultanı iki Harem-i Şerifin hizmetkarı idi. Ondan önceki padişah olan Sultan Abdülhamid’e yetişemedim. Zira tahttan indirildiği yıl olan 1908’de doğmuşum.

Sonra sınıflara girer Türkçe olarak yazılmış olan daha çok Osmanoğulları tarihini ve girdikleri savaşları anlatan tarih ve coğrafya kitaplarını okurduk. Biz bu tarihi okurken bize yabancı ve garip bir tarih okuyoruz hissine asla kapılmazdık. Zira o tarihimiz bu da devletimizdi. Padişahlar da padişahımızdı. Zafer kazandıklarında gurur duyduğumuz yenildiklerinde zillet hissettiğimiz padişahlarımız. Zira biz “Osmanlılardık” ve Osmanlılık hem milliyetimiz hem kimliğimizdi…


Ahmet Şukeyri 1908-1980

Bu milliyetimizden ve kimliğimizden de gocunmazdık. Tam tersine izzet, onur, iftihar ve kıvanç duyardık. Güzel motifleriyle Osmanlı mushafları bizi ne de cezbederdi. Ruslara ve Balkan halklarına karşı Osmanlıların kazandığı zaferleri anlatan Osmanlı marşları bizi ne kadar da sarsıyordu… Osmanlı Hümayun Tuğrasını taşıyan ve harika Osmanlı hattıyla: “Nüfus dairesine kayıtlıdır” ibaresi taşıyan doğum belgemizi cebimize koyduğumuzda benliğimizde hissettiğimiz gurur ve kibirin haddi hesabı yoktu.

“Osmanlılık” en üst kimlikti. Örneğin birisinden bahsederken “Muhammed: Arap asıllı Osmanlı” ve ya “Kemal: Türk asıllı Osmanlı” denirdi. Biz Türkler ve Araplar Osmanlı kimliği içine entegre olmuştuk. Osmanlı kimliği hepimizi gölgeleyen gökyüzü gibiydi. O gökten hepimize bereket ve hayır inerdi."