İran’ın nükleer programı nükleer silah üretme düzeyine ulaşmış değil ancak Pakistan’ın durumu farklı. Pakistan birçok nükleer bombaya sahip. Bu ülkede iktidar tabakasının ABD ve genel olarak Batı destekçisi olmasına rağmen, İsrail’in aşırı sağcı liderleri ve Washington’ı endişelendiren şey, radikal İslamcı akımın bir gün iktidarı ele geçirmesi ve dolayısıyla nükleer silahları denetimi altına alması.
Bu bağlamda Lieberman ‘nükleer ve istikrarsız Pakistan’ ifadesini kullanıyor.
Evet Pakistan gerçekten istikrarsız.
Bu istikrarsızlık Pakistan Talibanı’nın iktidara gelmesiyle ‘son bulabilir’.
Burada Usame bin Ladin ve Kaide’nin de desteğiyle Afgan Taliban’ıyla koalisyon ihtimali doğuyor. Lieberman bu ihtimale dair yorumunda, böyle bir senaryonun sadece İsrail ve ABD açısından değil, Rusya ve Çin açısından da sevindirici olmayacağını ifade etti.
Lieberman bir Rus gazetesiyle yaptığı söyleşide, İslami tehlikenin Batı’yı tehdit ettiği kadar, Rusya’ya komşu Orta Asya ülkelerindeki direnişçi İslami hareketler ve Çin’deki isyancı Müslüman azınlık dikkate alınırsa, Rusya ve Çin’i de tehdit ettiğine kanıtlar sundu. Lieberman,
“O halde İsrail, Rusya ve Çin’le birlikte Batılı ülkeleri içeren, İslami güçlere karşı bir cephe kurmak için niçin girişimde bulunmuyor?” diye soruyordu. Lieberman Amerikan Yahudi hareketinin bu rolü üstleneceğini ifade etmek istemedi, ancak açıklamalarından çıkarılan sonuç bu. Peki şimdi Araplar ve Müslümanlar ne diyecek? Sorun uluslararası bir ideoloji bir yana, bölgesel bir ideolojimizin bile olmamasından kaynaklanıyor.