24 Haziran 2009 Çarşamba

@ Rusya'dan İslamiyet açılımı

Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, yeni İsrail hükümeti dahil, tarafların 2009 sonunda Moskova'da Ortadoğu zirvesinin gerçekleştirilmesi konusunda hemfikir olduklarını söyledi. Bir yıldan bu yana Ortadoğu barış görüşmelerine ev sahipliği yapmak için çalışan Moskova, hedefine ulaştı. ABD Başkanı Barack Obama'nın Mısır'a gerçekleştirdiği ziyaret ve İslam dünyasına yönelik konuşmasının ardından, Rusya liderinin de bölgeye gitmesi dikkat çekti.

Kremlin'den yapılan açıklamada, Kahire'de Arap Ligi'ne üye ülkelerin temsilcileri ile bir araya gelen Medvedev, "Yeni İsrail hükümeti dahil olmak üzere, taraflar 2009 sonunda Moskova'da gerçekleşecek zirveye katılacaklarını resmen bildirdi." dedi. Medvedev, İsrail-Filistin sorunun Doğu Kudüs'ün başkent olacağı Filistin devletinin kurulması ile çözülebileceğini söyledi ve Moskova'da gerçekleşecek konferansta konu ile ilgili önemli gelişmeler sağlanabileceğini kaydetti.

Medvedev şu tespitlerde bulundu: "Öncelikle Filistin ve diğer Arap topraklarındaki işgalin sona ermesi gerekiyor. Kapsayıcı ve adil bir güvenlik yapısı kurulmalı. Bunun sonucunda da Doğu Kudüs'ün başkent olacağı, bağımsız, egemen ve yaşayabilir bir Filistin devleti kurulmalı. Bu devlet tüm komşuları ile, elbette İsrail ile de barış içinde yaşamalı."

"Rusya, İslam dünyasının bir parçası"

Rusya'nın İslam dünyasının bir parçası olduğuna değinen Medvedev, "Ülkemizde farklı inanç ve kültürlere saygı geleneği var. Size doğrudan şunu söylüyorum: Ülkemizin İslam dünyası ile dostluk kurma yönünde bir çaba göstermesine gerek yok. Bizim ülkemiz zaten İslam dünyasının bir parçası. Rusya'da yaklaşık 20 milyon Müslüman yaşıyor. Bu rakamlar durumu anlatıyor. Rusya İslam Konferansı Teşkilatı'nda da gözlemci statüsünde faaliyet gösteriyor." dedi.

Farklı inançların birbirlerine karşı saygılı olmaları yönündeki yaklaşımın Rusya'nın öncelikleri arasında olduğuna değinen Rusya lideri, Obama'nın konuşmasına atıfta bulunarak, dünyanın ne kadar değiştiğine dikkat çekti. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mabarek'le de bir görüşme gerçekleştiren Medvedev, bu ülke ile askeri, enerji ve ticaret alanlarında bir dizi anlaşma imzaladı. Medvedev'in Afrika gezisine Mısır'ın ardından Nijerya, Namibya ve Angola ile devam etmesi bekleniyor.

Hamas ve Hizbullah zirveye çağrılmayacak

Hamas'la kurduğu temas nedeni ile İsrail'in tepkisini çeken Moskova'nın zirveye Hamas ve Hizbullah temsilcilerini çağırmayacağı kaydediliyor. İsrailli yetkililerin Rusya'dan Hamas ve Hizbullah'ın temsilcilerinin zirveye katılmamaları yönünde garanti almalarının ardından davete olumlu cevap verdikleri belirtiliyor. Diğer taraftan Filistin lideri Mahmut Abbas da Moskova zirvesine katılabileceklerini, ancak İsrail'in yerleşim yerleri açmayı durdurmasının ve iki devletli çözüm önerisine sıcak bakmasının şart olduğunu söyledi.

İsrail ve Filistin yönetimi arasında ABD eski Başkanı George W. Bush'un ev sahipliğinde Kasım 2007'de gerçekleşen görüşmelerde ilerleme sağlanamamıştı. Aralık 2008'de İsrail'in bin 300 Filistinli'nin ölümü ve 5 binden fazla Filistinli'nin de yaralanmasına neden olan Gazze saldırısının ardından görüşmeler kesilmişti. Haziran 2007'de Gazze'de kontrolü ele geçiren Hamas, bölgede etkinliğini sürdürürken, uluslararası areneda resmen tanınan Fetih hareketi ve Cumhurbaşkanı Mahmut Abbas da Batı Şeria'da faaliyet gösteriyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Mayıs 2008'de yaptığı davette geçen yaz Moskova'da Ortadoğu zirvesi yapılmasını istemiş, ancak İsrail kısa sürede hazırlığın yapılamayacağı gerekçesi ile karşı çıkmıştı. Birleşmiş Milletler, Rusya, ABD ve Avrupa Birliği temsilcilerinin katılımı ile oluşturulan Ortadoğu Dörtlüsü, İsrail-Filistin sorununun çözümü için çalışmalarını sürdürüyor.

20 Haziran 2009 Cumartesi

@ Türkiye'nin dünyadaki rolü artacak!

Türk ekonomisinde toparlanmanın işaretlerinin görüldüğünü belirten IMF Birinci Başkan Yardımcısı John Lipsky, krizden çıkışta Türkiye’nin dünyada rolünün artacağını söyledi.

IMF Birinci Başkan Yardımcısı John Lipsky, küresel kriz ortamında Türkiye ekonomisi için ‘iyimser cümleler’ kurdu. Türk Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) Bodrum’da düzenlenen Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısında konuşan Lipsky, 2009 yılının son döneminden itibaren küresel ekonomik krizden zarar gören ülkelerin yavaşça toparlanma içine gireceklerini, Türkiye’nin hem bölgesinde hem de dünyada artan rol oynayacağını söyledi. Türkiye’nin geçen yıl dördüncü çeyrekte yıllık bazda yüzde 6.2 daraldığını, bu yıl ilk çeyrek sonuçlarının, sanayi üretimi, kapasite kullanımı ve istihdamda 2001’deki krize göre daha hızlı küçüldüğü için çok daha kötü olması olasılığı bulunduğunu belirten Lipsky, bunun sonucu IMF’nin, bu yıl Türkiye’de ekonomik faaliyetlerde yüzde 5 azalma öngördüğünü ifade etti. Lipsky, Türk ekonomisinin esneklik ve direnç gösterdiğini, bankacılık sektörünün önemli kárlar sağladığını ve güçlü sermaye yapısı olduğunu belirtti.

Özel sektörün önceki krizlerdeki acı deneyimlerinden iyi dersler çıkardığını söyleyen Lipsky, uluslararası yatırımcı güveninin düzelmesinin faiz oranlarının istikrara kavuşmasına yardımcı olduğunu ve Türk tahvillerinin Eylül 2008’den önceki seviyesine döndüğünü bildirdi. Tüketici güveninin güçlü biçimde geri geldiğini söyleyen Lipsky, özel sektöre kredi vermenin olumlu ivme kazandığını, bütün bu işaretlerin Türk ekonomisinin düzelmenin eşiğinde olabileceğini gösterdiğini belirtti. Lipsky, artan bütçe açığı ve zayıflayan kredi kalitesinin, güçlü biçimde halledilmediği sürece büyümenin görünümünü olumsuz etkileyebileceğini söyledi. Lipsky, Türkiye’nin geleceği için büyük iyimserliğe sahip olduğunu ve her şekilde Türkiye’ye desteğe hazır olduklarını ifade etti.

ZARAR 2. DÜNYA SAVAŞI’NDAN BÜYÜK

Küresel krizin dünyaya maliyetinin 2. Dünya Savaşı’ndan büyük olacağını ifade eden Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Küresel finansal koşullardaki aşırı sıkılık devam ediyor. Sağlam bir getiriyle hesapları kitapları yapıp yatırım kararı verelim. ÖTV ve KDV indirimlerinin ilelebet olmayacağının önemli sinyalini verdik. İndirimlerin yavaş yavaş kalkmasının uygun olduğunu düşündük.’ Hükümetin orta vadeli program üzerinde çalıştığını dile getiren Bakan Ali Babacan, bunun güçlü yapısal reformları içerdiğine işaret etti.

17 Haziran 2009 Çarşamba

@ Vicdandan kaçış yok!

Rus bilimcilerin yaptığı araştırma, her insanın bilimsel olarak vicdan sahibi olduğunu ortaya koydu.

Rusya'daki Beyin Araştırmaları Enstitüsü'nden uzmanlar, insan beyninin sözgelimi kişi yalan söylediğinde tepki verdiğini ve bu durumu protesto ettiğini ortaya koydu. Araştırmacılar ayrıca, vicdanın bilgisayar ekranında izlenebileceğini de belirtiyor. Rus biliminsanlarının araştırması, vicdansız insan olmadığını öne sürüyor. Hatta uzmanlar, vicdanın oluşumunu da gözlemlemeyi başardı. Araştırmanın en ilginç taraflarından biri uzmanların, yalan söyleme üzerinde çalışırken, vicdan olgusuyla tesadüfen karşılaşmış olmaları.

Özel bir bilgisayar programıyla, bu programa özel bağlantılarla bağlı insan beyninin faaliyetlerini değişik durumlarda izleyen araştırmacı ekipten Maxim Kireev, deneylerden birini şöyle anlatıyor: "Monitörde aşağı ve yukarı oklar görüyorsunuz. Göreviniz basit bir bilgisayar oyunu oynamak. Yapmanız gereken tek şey yalan söyleyemek. Ekranda yukarı doğru bir ok gördüğünüzde aşağı doğru bir ok gördüğünüzü söylemek ve yukarı doğru bir ok gördüğünüzde ise tam tersini. Böylece özel bir bilgisayar programı sayesinde beynin reaksiyonları algılanabiliyor ve beynin yalan söylerken ya da doğru söylerken ne durumda olduğunu bilgisayar üzerinden görebiliyoruz. Bir insan yalan söylemek üzereyken bile beyni, aynı anda protestoya başlıyor.

O anda vicdan uyanıyor. Ancak bu durum çıplak gözle görülemiyor. Kişi herhangi bir acı hissetmiyor, terlemiyor ya da elleri titremiyor. Beynin protestosu ancak özel bir bilgisayar programı aracılığıyla izlenebiliyor."

ALKOL ÇÖZÜM DEĞİL

Rus Bilimler Akademisi Beyin Araştırmaları Merkezi müdürü Svjatoslav Medvedev, "Beynimizde bizi bir şeyi yanlış yaptığımız konusunda bilgilendiren bir mekanizma var. Bu mekanizma vicdan azabı ya da pişmanlık olarak bilinan olguyu devreye sokuyor ve gerçekten de vicdanımızdan nefret etmemize yol açan pişmanlığımız. Birçok insan bu yüzden bundan kurtulmaya çalışıyor. Ve bunun en popüler yolu da alkol tüketimidir. Ancak genelde pişmanlık içki mahmurluğu sırasında çok daha güçlüdür" diyor.

Moskova Dilbilimsel Programlama Merkezi'nden Andrey Kenig ise, "Vicdan azabından kurtulmak için bazı fikirler bulmak gerekir. Sözgelimi, kişi ülkesi için bir şey yaptığını söyleyerek, yaptığı şeyden dolayı başkasının acı çektiğini düşünüp çekeceği vicdan azabından kurtulmayı tercih edebilir. Bu telkin, çok sayıda ülkenin ordularında yaygın olarak kullanılıyor. Sözgelimi ABD ordusu yetkilileri, Amerikan askerlerinin Irak savaşında suçluluk ve vicdan azabı çekmemeleri için telkin uygulamasına gitmiştir" diyor.

12 Haziran 2009 Cuma

@ Müslüman Türkiye, AB için açık avantajdır

AB Komisyonu Genişleme Müdürü Michael Leigh, Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili değişik kesimlerden değişik görüş ve tartışmaların ortaya atılmasına rağmen, müzakerelerin ilerlediğine dikkati çekti ve "Müslüman, demokratik ve laik bir ülkenin, AB için açık avantaj" olduğunu söyledi.

Londra'da Yabancı Basın Kulübü'nde brifing veren Leigh, genişlemenin AB'nin en önemli gündem maddelerinden birini oluşturduğunu ifade etti.
Michael Leigh, Türkiye'nin AB için önemini vurgulayarak, Türkiye'nin bölgesel çatışmaların önlenmesi, enerji güvenliğinin sağlanması ve medeniyetler arası diyalog gibi konularda anahtar önem taşıdığını bildirdi.

Ekonomik alanda da AB'nin Türkiye'nin en önemli ihracat alanı olduğunu ve AB şirketlerinin Türkiye ile ticaret ve yatırım yaptıklarını hatırlatan Leigh, Türkiye'nin sunduğu istikrar ve tahmin edilebilirliğin de önemli olduğunu belirtti.

Kıbrıs sorununun çözümünün önemine de işaret eden Leigh, Türk ve Rum liderleri arasında sürdürülen görüşmelerin başarıyla sonuçlanmasını dilediklerini kaydetti.
Türkiye ile şu ana kadar 10 faslın müzakereye açıldığını, çevre ve rekabet gibi fasılların da yılın ilerleyen dönemlerinde gündeme girebileceğini kaydeden Leigh, enerji gibi bölümlerde de gelecek aylarda ilerleme sağlamayı umduklarını ifade etti.

Yılın başında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetinden gelen, reformların sürdürüleceği yönündeki açıklamalardan büyük cesaret aldıklarını belirten Michael Leigh, reformlara devam edilmesini istediklerini belirtti. Leigh, bunlar arasında anayasa reformu, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin hükümler, temel hak ve özgülükler bulunduğunu ifade etti.

Leigh, üyelik müzakerelerinin 27 üye ile Türkiye arasında yürütüldüğünü, AB'nin tek başına kurum olarak müzakere etmediğini, bu nedenle süreci bütün üye ülkelerin desteklemesi gerektiğini söyledi.
Önümüzdeki dönemde enerji dahil farklı fasıllarda ilerleme beklediklerini bildiren Leigh, "AB, dinin üyelik konusunu ve Türkiye ile ilişkilerin durumunu belirleyecek bir faktör olmadığı görüşündedir" dedi. (AA)

4 Haziran 2009 Perşembe

@ Yeni Türk Yüzyılı

Mustafa Özcan'ın Vakit'deki makalesini aşağıda okuyabilirsiniz:

21’inci yüzyıl ile alakalı olarak çeşitli öngörüler dile getirilmiştir. Neoconlar 20’nci yüzyıl gibi 21’inci yüzyılı da yine Yahudi-Amerikan yüzyılı yapmak istemişlerdir. PANAC adlı projeleri de bunun ispatı nevindendir. Kimileri de, 21’inci yüzyıla Çin yüzyılı olarak bakmakta veya hayal etmektedir. Acaba bu yüzyıla Türk yüzyılı olarak bakan da var mıdır? Şimdiye kadar doğrudan bunu teyit eden bir Türk projesi bilmiyoruz. Lakin Batılılar ve onların arkasından Araplar, Türkiye’nin Heartland yani dünyanın kalbi ve kalbistanı olduğunu ve 21’inci yüzyıla dünyanın kalbinin damgasını vuracağını ve hükmedeceğini söylemektedirler. Kimileri temelleri 19’uncu yüzyılda ortaya atılan heartland projesine de yeni Osmanlıcılık gibi karşı çıkacaklardır. Olsun! Arap yazarlarından Dr. Osman el Muayni dünyanın kalbinin Avrasya olduğunu ve Avrasya’nın kalbinin de Türkiye olduğunu beyan ediyor. Soğuk Savaş döneminde kalbistan veya heartland, Doğu ile Batı arasında bölünmüş ve kimlik kaybına ve krizine uğramıştı. 21’inci yüzyılda ise Doğu ile Batı arasındaki farkların izole olmasıyla birlikte Anadolu veya dünyanın kalbi yeniden eski kimliğine kavuşmaya ve bürünmeye başladı. Türkiye, dünyadaki üç kıtayı birbirine bağlıyor. Laik kimliğiyle Batı’ya ve Avrupa’ya açılırken Türk kimliğiyle Orta Asya’ya ve İslami kimliğiyle de Ortadoğu’ya açılıyor. Huntington ve Papa 16’ncı Benediktus, Türkiye’nin Batı yerine İslam dünyasına yönelmesini tavsiye etmişti. Türkiye gücünü İslam dünyasından alarak Batı yoluna yeniden devam edebilir. Nitekim, Yavuz’dan sonra Kanuni Sultan Süleyman yeniden ve duraksamadan Batı’ya yürümüştür. SSCB’nin çöküşü yani 1991 yılıyla birlikte Türkiye’nin güneşi yeniden parlamaya başlamıştır. SSCB’nin çöküşü Türkiye’nin yeni miladı olmuştur. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta sürçmesi de ikinci miladıdır. Soğuk Savaşın ortadan kalkmasıyla birlikte Türkiye’nin öneminin kalıp kalmadığı tartışılırken Türkiye figüran olmaktan çıkmış, bilmeden aktör ve faktör haline gelmiştir. Batı’nın SSCB karşısındaki vekili olmaktan çıkmış, kendi vekili olmuştur.
¥
Irak’ın Saddam sonrasında denklem dışına çıkmasıyla birlikte Arap basınında bir ifade dikkati çeker olmuştur. Gıyabu’l Arab. Yani Arapların yokluğu. Bu yokluğu ilk değerlendiren ülkelerden birisi İran olmuştur. Lakin son RAND raporunda olduğu gibi İran’ın yayılma istidadı zayıftır. Yayılma istidadı tek boyutludur; sadece ABD ile gerilim üzerinedir. Bu siyaset güven kaybettiğinde veya değişikliğe uğradığında kendini iptal edecektir. İran bölge gücüdür ama İslam dünyasının küresel gücü değildir. Bölge ülkeleriyle kimlik sorunları vardır. Orta Asya ile alakalı olarak etnik kimlik farkı olduğu gibi, Arap dünyasıyla da mezhebi kimlik sorunu yaşamaktadır. Bunlara ilaveten bir de bölgeyle tarihi irtibatı zayıftır. Türk hakimlerinin Merv ve Rey’de oturdukları dönemden sonra İran’ın bölgeyle tarihi bağları zayıflamıştır. İki Körfez Savaşı sonucu gelen Arapların yokluğu pekişirken Türkiye’nin rolü ve varlığı yavaş yavaş devreye girmiştir.
ABD’ye yönelik güvensizlik ve İran korkusu nedeniyle Araplar Türk nüfuzu karşısında alternatifsizdirler. Ortadoğu’da hep böyle olagelmiştir. Abbasi döneminde Bermekiler ve İran nüfuzundan ve entrikalarından bıkan ve bunalan Araplar çareyi Türklere açılmakta bulmuşlardır. Pers veya İran nüfuzunu Türk nüfuzu izlemiş ve bu nüfuz bir daha da 1917’ye kadar sökülememiştir. İran daima öncü olmuş lakin yerini bir müddet sonra Türklere bırakmıştır. Tarih yeniden tekerrür etmektedir. Devrim sonucu gelen İran rejimi Safevilerin devamı olarak görülmeseydi Türkiye’nin yerini İran alabilir ve yeni bir Selçuklu idaresi gibi boy atabilirdi. Lakin tarih farklı bir şekilde tecelli etmiştir. İran’daki rejim Safevilerin değil de Selçukluların devamı olarak algılansaydı, yine de 21’inci yüzyıl Türk yüzyılı olacaktı. Fakat bu defa İran üzerinden gerçekleşecekti.
¥
Dr. Osman Muayni Türkiye’de bir üçüncü cumhuriyet döneminden bahsetmektedir. Geçenlerde belki de bunu en iyi somutlaştıran ifadelerden birisi Ahmet Davudoğlu’nun sözleri olmuştur: “Şu anda çevremizdeki bölgelerde Türkiye'nin iradesi, haberi, onayı olmadan herhangi bir gelişme yaşanmaz. İnşallah Cumhuriyet'in 100'üncü yılını kutladığımızda Türkiye'nin onayı ve haberi olmaksızın dünyada hiçbir şey olmayacak”. Osman el Muayni, Özal dönemine ikinci cumhuriyet derken AKP dönemine de üçüncü cumhuriyet demektedir. Bu dönemin genel ideolojisini de Abdulaziz Buteflika’nın ifade ettiği gibi Yeni Osmanlıcılık olarak isimlendirmektedir. Yeni Amerikan yüzyılı yerine yeni Türk yüzyılı yükseliyor. Bunun coğrafi dayanağı, heartland yani dünyanın kalbidir ve bu kalp Turan ile Arabistan’ı ya da Türkistan ile Arabistan’ı birleştirmekte ve Batı’da da boy atmaktadır. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında, Batıda çeşitli jeopolitik teoriler geliştirilmiştir. 'Kara Hakimiyet Teorisi'nin kurucusu İngiliz Halford Mackinder (1861-1947), 'Demokratik İdealler ve Hakikatler' adlı eserinde; 'Devletler, ya karada güçlü, ya da denizde güçlüdür. Eğer her ikisinde de güçlü ise, artık bu amfibi (karada ve denizde güçlü) devlettir. Yani her tür devletten daha güçlüdür.' der. Dünyanın kalbi teorisi Mackinder’e aittir ve Osman el Muayni buna dayanarak yeni bir Türk yüzyılından bahsetmektedir. Bunun ideolojik yüzü de bu defa Orta Asya’yı da kapsayacak şekilde yeni Osmanlıcılık olacaktır. Avrasya’nın kalbi, Türkiye’nin hedefi, Orta Asya ile Ortadoğu’yu ya da Arabistan ile Türkistan’ı birleştirmek olmalıdır. Türk yüzyılının nabzı bu bölgede atmaktadır. Kenarlarını unutmadan. Tabii ki bu Türk yüzyılı İslam kimliği içinde bir Türk yüzyılı olmaya adaydır...