31 Mayıs 2008 Cumartesi

@ Tony Blair 'İnanç Vakfı' kuruyor...

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair "İnanç Vakfı" kuruyor. Ofisinden yapılan açıklamada, "Küreselleşme dünyasında, insanların birbirlerinin inanç ve kültürlerini anlamasından, barış içinde yaşamasından daha önemli konu yoktur" ifadeleri kullanıldı. Blair, bir üniversitede de "din ve küreselleşme" dersi verecek.

@ Mekke'de diyalog toplantısı...

Dünya İslam Birliği, 4 Haziranda Mekke’de Uluslararası İslami Diyalog Konferansı düzenleyecek. Budizm, Hinduizm, Sihlik ve Şintoizm gibi semavi olmayan dinlerle diyalog konusunun ele alınacağı konferansa 500 kadar alim katılacak. Toplantıya Türkiye'den Diyanet İşleri Bakanı Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez, Gazeteci-Yazar Ali Bulaç ve İSAV Genel Başkanı Ali Özek'in iştirak edeceği bildirildi.

Dinlerarası diyalog çağrılarının yoğunlaştığı bugünlerde, bu konuda bir adım da Dünya İslam Birliği atıyor. Farklı dinlerle diyalog kurulması için Mekke’de düzenlenecek olan konferans, bu alanda bir ilk olacak.

Dünya İslam Birliği Genel Sekreteri Suudi Arabistan Büyük Alimler Heyeti üyesi Prof. Dr. Abdullah Bin Abdulmuhsin et-Türki, Uluslararası İslam Konferansı’nın 3’üncü bölümünde “Kimle Diyalog Kuralım?” başlığı altında, Müslümanlarla Doğu ve Güney Asya halklarının tabi olduğu muteber beşeri felsefe ve inanç temsilcileriyle diyalog başlatma konusunu ele alacak.

Et-Türki, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, Çin, Hindistan, Japonya, Sri Lanka, Kuzey ve Güney Kore ile Doğu-Güney Doğu Asya ülkelerinde yaşayan ve sayıları iki milyara yaklaşan bu halkların Hinduizm, Budizm, Sihlik, Şintoizm gibi beşeri felsefelere inandıklarını belirterek, bu nedenle bu halklarla diyalog kurmanın hayati önem taşıdığını söyledi.

Et-Türki, toplam nüfusları diğer dinlerin mensuplarından fazla olan bu halklarla olan diyalog eksikliğinin, dünya milletleri arasındaki ilişkilerin gelişimini olumsuz etkileceğini ve işbirliği imkanlarının önüne geçeceğini kaydetti. Et-Türki, Dünya İslam Birliği ve diğer İslami kuruluşların “De ki: Ey insanlar, ben hepinize gönderilmiş Allah’ın elçisiyim” şeklindeki evrensel mesajını yerine getirmek için dünyadaki tüm halklarla diyalog kurma ve insanlığın yararına olan konularda işbirliği yapma hususunda çok hırslı olduklarını ifade etti.

Prof. Dr. Abdulmuhsin Et-Türki, Müslümanların muteber beşeri felsefe mensuplarıyla geliştireceği diyaloğun, İslam’ı ve içerisinde barındığı hayır, iyilik, anlayışla birarada yaşamaya teşvik, tehlikelere karşı işbirliği ve ortak insani eylem gibi prensiplerin tanıtımı açısından çok önemli olduğunu belirterek, “İslami kuruluşlar ve diyalog çevreleri, Müslümanlarla önemli liderleri tarafından islamın adaletine tanıklık eden beşeri felsefe mensubu halklar arasındaki büyük diyalog geçmişinden istifade etmeli” dedi.

Et-Türki bu liderlerden biri olan ünlü Hindu lider Gandi’nin, Hindu-Lahor Gazetesi’nin 22.5.1938 tarihli sayısında yayınlanan “İslam gerçeğin sesidir, batı cehalet karanlığında inlerken, doğuda parlayan bir yıldız gibi İslam’ın aydınlığı yükseliyordu, bu aydınlık insanlığın huzursuz kalbine sukunet veriyordu, İslam yalan bir dil değildir, İslam’ın kılıçla yayılmadığına dair bende bir kanaat oluştu” şeklindeki meşhur sözünü anımsattı.

@ Hristiyanlar Islam'ı anlatacak!

“Pakistan, Afganistan, Endonezya ve Türkiye’deki gerçek İslam hoşgörü resmini yansıtmak istiyorum”. Bu sözler LibForAll Vakfı Başkanı Holland Taylor’a ait. Taylor, Hıristiyan bir Amerikalı.

Endonezya ve Amerika kaynaklı organizasyon, İslam’ın dünyada daha iyi anlaşılması için 26 bölümlük bir dizi projesine başladı. Taylor projenin amaçlarını şöyle sıralıyor: “Dini hoşgörüsüzlükle savaşmak, şiddeti reddedip hoşgörüyü desteklemek ve İslam’la ilgili gerçekleri ortaya sermek.”

Proje dünya genelinde birçok hükümet ve hükümet dışı kurumla birlikte uyum içinde çalışarak oluşturuldu. Taylor, projenin AB fonlarıyla desteklenmesiyle ilgili anlaştıklarını da belirtiyor.

Taylor, Amerikan yönetimiyle ilişkiyi şiddetle yalanlıyor ve ABD yönetimi hakkında “Onların dünyadaki reformu ve nefretin yayılmasını engellemeyi henüz anlayamadıkları” yorumunda bulunuyor.

LibForAll, 1990 yılında Amerikan telekom patronu Taylor ve önceki Endonezya başkanı Abdurrahman Vahit tarafından ortaklaşa kuruldu. Oluşumun amacı, İslam’ın hoşgörülü ve barışsever olduğunu göstererek, dünyadaki aydınlanmış Müslüman liderleriyle bir sinerji yaratmak.

Taylor, TV programının ana temasının, genellikle yanlış anlaşılan konular ve yanlış tanımlanan terminolojiler olduğunu söylüyor. Taylor, “Cihat ve diğer dinlerden insanlarla ilişkiler üzerinde duracağız. Aynı zamanda Batı’da sürekli yanlış tercüme edilen ayetlerin gerçek açıklamalarını vereceğiz” diyor.

Kahire’de çekilen 7. bölümde yer alan el-Ezher İmamı Şeyh Muhammed Seyyit Tantavi, diğer dinlerden insanlarla iyi ilişkiler kurulması ve İslam tebliğinin barışçı yollarla yapılmasıyla ilgili ayetlere işaret ediyor.
.
Şeyh Tantavi, bu bölümde cihadında anlamını açıklıyor. El-Kaide tarafından sıklıkla kullanılan ve terör-karşıtı uzmanlar ve medya tarafından “kutsal savaş” olarak çevrilen cihat aslında birçok Müslüman için ruhsal bir gayreti simgeliyor. Tantavi, “Cihadın sadece kutsal savaş olarak göstermek büyük bir hatadır” sözüyle bu ayrımı vurguluyor.

Dizilerin çekimi bittiğinde diğer dillere çevrilerek Batı’daki TV kanallarında yayınlanacak. Bu kanalların çoğunun ön anlaşma yaptığı da bildiriliyor.

Vakıf Başkanı Taylor, Almanya’nın bu diziyi yayınlayan ilk ülke olmak istediğini aktararak şöyle konuşuyor: “Her zaman İslam’ın gerçekte ne olduğunu göstermek istemişimdir”

@ Dava adamlarına yapılan baskılar!

Abdullah Kılıç'ın, bugünkü Önce Vatan Gazetesi'ndeki makalesinden bazı bölümleri aşağıda okuyabilirsiniz:

Fetullah Gülen neden Amerika'da yaşıyor?

Bir kere utanarak ve teessürle ifade etmek gerekir ki; öz vatanında yaşama imkânı bulamadığı için... Peki, her şey tamam, davalardan beraat etti neden gelmiyor? Türkiye’de her hangi bir dava ikame etmek için ciddi gerekçelere lüzum hissedilmediğini yaşadığımız günler bize göstermiştir.

Bu davalar cezasız son bulsa dahi uzayacak duruşmalar, malum basının hezeyan ve manipülasyonları insanı orta yerinden çatlatmaya kâfidir.

Önümüzde o kadar hazin örnekler var ki bunların utancından kurtulmamız, masum insanların adalete güvenini tesis etmemiz mümkün gözükmüyor.

Hadiseleri ister sondan bana isterseniz baştan sona doğru bir ele alalım:

Bitmeyen tükenmeyen BAV (veya Adnan hoca) davaları. Bu şahsı bir iki TV ekranlarında gördüm. Etrafına toplanan gençlerden bir kaçı ile kısa diyaloglarım oldu. İki konferanslarını dinledim.

Dıştan gördüğüm kadarıyla son derece bilgili, estetik zevkleri yüksek, genelle mukayese edildiğinde münevver gençler. Bu akıllı ve söylenene göre hepsi zengin aile çocukları neden mahkeme bombardımanı altında yaşıyorlar, kesinlikle entelektüel kapasiteleri sıra dışı bu insanlar neden Adnan Oktar’la hareket ediyorlar.

Her biri Türkiye’de iktidara namzet her partide görev alacak şart ve imkânlara sahipler. İpe sapa gelmez karalama kampanyaları yerine bu insanlara kulak verilse acaba milletimiz için daha doğru olmaz mı?

Adnan hocanın ilk mahkeme serüvenini ve ruh hastalığı teşhisiyle son derece aşağılayıcı şekilde yayın bombardımanı altında akıl hastanesine kapatılışını hatırlayın lütfen!.. Sonraları orada çalışan muhtelif psikiyatri doktorlarına “durumun aslı nedir?” diye sorduğumda; acı bir tebessümle karşılaşmıştım. Adamın duruşuna, oturuşuna, konuşmasına, yazdıklarına bakıyorum da “Allah’ım bize böyle daha çok deliler ver” demekten kendimi alamıyorum.

Bu cemiyet mensuplarının çalışmalarında “Millîlik, insanî ve İslamî değerler” öne çıkmaktadır.

Benim anladığım kadarıyla Adnan hoca ve ekibi; Türkiye’deki, masonik ve pozitivist, materyalist mihraklara karşı ciddi bir mücadele vermektedir. Başına gelen belalar bu kovanlara çomak soktuğu içindir.

Geçtiğimiz aylarda bir kültür merkezinde Darvinizm’e karşı “Yaradılış Kuramını” savunan bilimsel bir sergilerini gezdim. O güne kadar duyduğum ama gözle görmediğim muhtelif canlı fosillerini ve onların yer katmanlarında milyarlarca yılda nasıl muhafaza olduğunu seyrettim. Ertesi gün ne kadar boyalı basın varsa korkunç bir hücuma geçti. Netice de “itle dâhilerinden dalaşmaktansa çalıyı dolaş” düşüncesindeki mekân sahiplerinin sergiyi kapattıklarını öğrendim.

Bu meseleyi bir tarihi misali hatırlayarak sonlandırıyorum.

Adnan Oktar’ın tımarhaneye tıkılması Abdülhamit Han zamanında Said-i Nursi’nin başına gelir. Üstat, Sultanın cazip ulufesini şiddetle reddedince delilik yaftası ile Masar Osman’a tıkılır. O dönemde Sayid-i Nursiye deli raporu vermesi istenilen doktorun tavrını da torunundan dinlemiştim. Hastaneye kapatılmasından kısa bir müddet sonra; asrın olan insan bütün doktorları hayrete sürükler. Mevcut hükümetin yasak savmak için Sayid-i Nursi’ye deli raporu verilmesi talebine karşı yetkili makamdaki doktor: “Beyler karşınızda bir deli değil bir dahi bulunmaktadır. Buna deli raporu verecek bir doktoru tahayyül bile edemiyorum ”ifadesiyle gerçeği şaklabanların yüzüne mıh gibi çakıverir.

Said-i Nursi’nin 85 yıllık ömrünün yaklaşık 40 senesi ya mahkemelerde, ya sürgünlerde, ya mahpuslarda geçmiştir. Onu darağacı ile korkutup yıldırmak isteyenler de gerekli cevabı almışlardır.

Ancak idrak bir nasip işidir, lütfû ilâhidir. Bundan mahrum olandan hakkaniyet ve merhamet beklemek de beyhudedir.

@ Vatikan diyalog için mazeret çıkarıyor!

Vatikan'ın İslami İşlerden sorumlu danışmanı, yaptığı basirettsiz açıklamada Müslümanların Kurân-ı Kerim'e Allah'ın kelamı olarak inanmalarının ve Kurân için kapsamlı bir tefsirin bulunmayışının, İslam ile Mesihiyet arasındaki uzlaşmaya engel teşkil eden faktörlerden olduğunu söyledi.

Papa 16. Benedict'in İslami İşler Danışmanı Jahn Luis Touran, dün yaptığı açıklamada Müslüman liderlerin dini öğretiler adına yapılan şiddet eylemlerine karşı açık bir şekilde tavır koymalarını ve bu eylemleri kınamaları gerektiğini söyledi.

Touran, sözlerine şöyle devam etti: Müslüman alimler terör eylemlerini mahkum etmeli ve Kurân'da defalarca tekrarlanmış olan ''cihad'' farizasına karşı duruşlarını belirlemeli. Kurân'da geçen cihad kelimesi için çeşitli yorumlar yapılmış. Bu yorumlardan bazıları şiddet yanlısı, bazıları ise kutsaldır(!) Ama şu da bir gerçektir ki, Müslümanların çoğu, zorbacılık, savaş ve terör eylemlerini dini öğretilere dayandırmayı mahkum etmektedir.

Papa 16. Benedict'in İslami İşler Danışmanı, halihazırda dünyada Kurân-ı Kerim'e ait kapsamlı bir tefsirin bulunmadığını, onu okuyanın algılamasına göre çeşitli manalar çıkarıldığını savundu ve '' Müslümanların Kurân'ı Allah'ın kelamı olarak görmeleri insaflı değil. Zaten islam ile Mesihiyet arasındaki diyalogu da bu inanç tarzı engellemektedir'' diye konuştu.

29 Mayıs 2008 Perşembe

@ Manevi eksikliğin sonuçları...

İnanç yoksa cinnet var ! Türkiye geçen ay meydana gelen anne cinayetlerinin şokunu atlatamadan bir kez daha insanın kanını donduran vahşi anne cinayeti ile sarsıldı. Bursa’da bir genç annesini bıçakla öldürüp, 10 parçaya ayırdı.

M.F, polise verdiği ilk ifadesinde ateist olduğunu söyledi. Annesini öldürmek için Facebook'taki internet istesinde anket yaptığını doğrulayan genç, annesiyle sürekli tartıştığını kaydetti. Gözaltına alınan zanlı polise verdiği ilk ifadesinde; "Annemle sürekli tartışıyordum, odasındaki televizyonu almak istedim vermedi. Tartıştık ve bıçakladım. Kanı görünce cesedi parçalara ayırdım. Ateistim. Mudanya'da denize atmak istedim annemin cesedini, ancak arkadaşlar ihbar etmişler" dediği öğrenildi. Anne Asiye F'nin parçalanmış cesedi Bursa Adli Tıp Kurumu morguna kaldırıldı.

4 ayda 6 anne cinayeti:

16 yaşındaki kız annesini katletti
23 Mayıs Zonguldak: 16 yaşında bir genç kız, sevgilisi olan taksiciyle birlikte annesini öldürdü. Sevgilisi ile birlikte annesini öldüren 16 yaşındaki T.Y,B, annenin cesedini tiner döküp yakmaya çalıştı.

Annesini bıçakla öldürdü
27 Mart 2008 Bursa: 5 yıldır psikolojik tedavi gören genç, "dünyanın sonu geldi, herkes nasılsa ölecek" diyerek bağırdıktan sonra önce annesini öldürdü, ardından da banyodan çıkan ablasını bıçakla ağır yaraladı.

Parçaladığı annesini çekyatta sakladı
25 Mart 2008 Konya: Mart ayında Konya'da Benal S. (33) adlı kadın, birlikte yaşadığı annesi Sebahat Gülbeyaz'ı (51) bıçakla öldürdükten sonra parçalayıp kutular içinde çekyatın altına koymuştu.

Prof. annesini katleden üniversiteli kız
24 Mart 2008 Ankara: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Olcay Tiryaki Aydıntuğ, kızı Başak Aydıntuğ tarafından öldürüldü. Başak Aydıntuğ,"Kavga ettik, ben öldürdüm" dedi.

Annem şeytandı
7 Şubat 2008 İstanbul: Gaziosmanpaşa'da yol ortasında kesik bir baş bulundu. Kesik kadın başının 60 yaşındaki S.Ö.'ye ait olduğu tespit edildi. Kadını öldüren kişi psikolojik sorunları olan öz oğlu çıktı.

@ Sarkozy: Müslüman bir ülke, Avrupalı olamaz!

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine yine karşı çıktı ve bu defa Müslümanlığı gerekçe gösterdi. Sarkozy, ''Devleti laik olsa da nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeyi Avrupalı olarak görmem'' dedi.

Sarkozy açıklamasını Polonya'ya günübirlik yaptığı ziyarette yaptı.
Fransa Cumhurbaşkanı, "Benim için Avrupa'nın birliğe, iradeye ve toplumsal desteğe sahip olmayan bir varlık haline gelmemesi çok önemli" diye konuştu.

Sarkozy daha önceki açıklamalarında Türkiye'ye itiraz gerekçesi olarak ülkenin "kültürel farklılığını" ve "Avrupa'nın coğrafi sınırlarının dışında olmasını" gösteriyordu.

28 Mayıs 2008 Çarşamba

@ Müslümanlaşan İngiltere, Piskoposu korkuttu!

İngiltere Rochester Piskoposu Michael Nezir Ali, birkaç gün önce yaptığı açıklamada, İngiliz Kilisesi’ni İngiliz Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için yeterli çabayı göstermemekle suçladı. Michael’i açıklamasının Haziran’da York’da yapılacak Synod (Papaz Toplantısı) hemen öncesine rastlaması dikkat çekti. Synod’un amacıysa Müslümanları döndürmek için stratejiler belirlemek.

Daily Telegraph’ın haberine göre Pakistan kökenli Piskoposun ülkedeki Müslümanları, Hıristiyanlığa geçmeye ikna etmek için strateji belirlenmesi yolundaki çağrısının İngiltere Kilisesi'nde tartışma yarattı. Kilisenin ileri gelenleri ise gerek Synod’un gerekse Piskopos Michael’in açıklamalarını talihsizlik olarak niteleyerek, bu tür açıklamaların dinler arası diyaloga zarar verdiğine dikkat çekti.

Michael, dinler arası diyaloga “Yalan üzerine dürüst bir konuşma olmaz” diye karşı çıkıyor. Piskopos, geçen Ocak’ta, sayıları 2 milyonu bulan İngiliz Müslümanları suçlamış ve İngiltere’de, Müslüman olmayanların giremediği, “kurtarılmış bölgeler” olduğunu iddia etmişti. İddialar siyasi çevreler tarafından yalanlanmıştı. Papaz Michael, Müslüman okullarda “radikal İslam”ın öğretildiği iddiasına ve ülke dışından öğretmen getirilmemesi çağrısına cevap İçişleri Sekreteri Jacqui Smith’den geldi. Smith, Pakistan ve Bangladeş’e ziyaretlerinde Asyalı imam isteğini iletmişti.

Genel Synod, ya da Kilise Meclisi’nin bazı üyelerinin Michael’ın hezeyanlarını paylaştığı biliniyor. Michael, 2002’de Canterbury Piskoposluğu’nu az bir farkla Dr. Rowan Williams’a kaptırmıştı. Kilisedeki bu kesimler, İngiliz Müslümanların Hıristiyanlaştırılması için bir ajanda ve strateji belirlemek için Haziran’daki Synod’da kulis yapıyor. Synod üyesi Paul Eddy, Müslümanların, Hinduların, Sihlerin ve diğer başka dinden olanların döndürülmesi için bu hareketi destekliyor.

Eddy, diğer piskoposları kilisenin misyonerlik ruhuna uygun hareket etmediklerini söyleyerek eleştiriyor. Eddy’nin düşmanca tavrı sadece farklı dinlerden değil aynı kilisedeki piskoposlar tarafından da eleştiriliyor.

Uzmanlar, kiliseyi ikiye bölen tartışmanın temelinde İslam’ın 10 sene içerisinde dünyanın en büyük dini haline gelmesinin yattığına dikkat çekiyor.

27 Mayıs 2008 Salı

@ Ya sürgün, ya da idam !

Gambiya Cumhurbaşkanı Yahya Jammeh, ülkeyi terk etmeyen eşcinselleri başlarını kesmekle tehdit etti.

Bir elinde asası diğerinde ise uzun tespihi ile tanınan Jammeh, AFP'nin haberine göre 15 Mayıs'ta yapılan siyasi bir toplantıda, "Gambiya inananların ülkesidir. Homoseksüellik gibi ahlak dışı ve günah olan davranışlar bu ülkede hoş karşılanmayacaktır" diye konuştu.

Bununla da yetinmeyen Afrikalı lider, "Gambiya'da yakalanan eşcinsellerin başının kesileceğini" duyurdu.

Ülke medyası ise cumhurbaşkanının politikasına ve tehditlerine destek veriyor. Gambiya'nın hükümet yanlısı gazetelerinden Daily Observer'ın başyazısında Jammeh'in sözleri desteklendi.

Gazete, 19 Mayıs tarihli başyazısında "Bunu daha önce de söyledik. Burası Hıristiyan ve Müslümanların ülkesi. Her iki dinde de eşcinsellik yasaklanmıştır. Bu konu, bu kadar açık ve basit" ifadeleri kullanıldı.

25 Mayıs 2008 Pazar

@ YÖK'ten mason dekan ataması!

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası üyeleri listesinde adı bulunan Prof. Dr. Hayri Yılmaz Kaptan, Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’ne dekan olarak atandı.

YÖK Genel Kurulu, önceki gün gerçekleştirdiği toplantıda 11 üniversitenin 12 fakültesine dekan ataması yaptı. Yapılan atamalarda Amasya Üniversitesi’nde YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ı aşağılayan küstah karikatürü okul panosuna astıran ve kendisini arayan Vakit muhabirine bunda bir sakınca görmediğini söyleyen Dekan Muhittin Yürekli’nin aynı fakülteye dekan olarak yeniden atanmasının ardından bir başka skandalın da Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’ne yapılan dekan atamasında yaşandığı belirlendi.

@ Herşey İslam'da...

Bugun Gazetesi'nde yayınlanan, sanatci İpek Tuzcuoğlu ile yapılan röportajın bazı bölümlerini aşağıda okuyabilirsiniz:

...Kuran-ı Kerim bizim gerçek kılavuzumuz. Çekim yasası dedikleri şey aslında İslam'da var olan bir şey. Temiz kalpli olmak, dua etmek, ibadet hep bizim dinimize ait şeyler. Gidip sağda solda arıyoruz gerçekleri... Gerek yok.


İpek Tuzcuoğlu'nun hayata gelme gayesi nedir?
İnsanlara hizmet etmem gerekiyor, benim görevim bu. Ün insanların gözlerini boyayan bir şey. İnsanlar zannediyor ki ünlüler çok başarılı insanlar. Hayır, ünün altı boşsa hiçbir şeyin anlamı yok. Değerlerin yoksa, ahlak sisteminde çökmeler varsa bir hiçsin. "Aaa o çok yetenekli, çok güzel kız" değil işte. Altı boş. Değerlerimizin altını boşalttık hep. Halbuki ne kadar önemli değer yargılarımız vardı bizim. Ben cesaretliyim. Ayrıca çok şanslıyım. Karşılaştığın her olayın formülünü çözersen hayatın sırrını çözmüş olursun. Bu yorucu bir durum, çünkü sürekli empati kurman lazım.

Dua eder misiniz?
Her gün dua ederim. 'Nas', 'Felak' ve 'Ayet-el Kürsi' okurum. Yıllardır enerji dengelemesi yapıyorum. Reiki yapıyorum. Doğanın enerjisine çok inanıyorum. Enerji merkezlerimiz bozulunca fizik dengemiz de bozuluyor. Ne kadar enerji merkezlerini yani aura olayını bilirsen o kadar az hastalanıyorsun. Bu bir teknik. Timus bezine her gün 45 defa vuruyorum. Bu bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Benim beynimin duygusal tarafı daha çok çalışıyor.

24 Mayıs 2008 Cumartesi

@ Science Magazine: Bu karar Adnan Oktar'ı durdurmaz!

Dünyanın en ünlü bilim dergilerinden biri olan Science Magazine'de, ünlü İslami yazar ve düşünür Adnan Oktar hakkında yayınlanan haberin tercümesini aşağıda okuyabilirsiniz:

Bir İstanbul mahkemesi etkili bir İslami yaratılışçıya suç örgütü krmak ve bundan menfaat elde etmekten 3 yıl hapis cezası verdi. Fakat Adnan Oktar'ın temyize gideceğini söylediği mahkumiyet, yayınladığı yaratılışçı kitap ve DVD selini engellemeyecek gibi gözüküyor.
Harun Yahya müstear ismini kullanan Oktar, Bilim Araştırma Vakfı Yaratılış Atlası adlı sersemletici, 768 sayfalık büyük kitabını dağıttığında Türkiye dışında çok iyi tanınan biri oldu. BAV, Oktar'ın başını ağrıtan aktivitelerle direkt bağlantılı değil ve yaratılışçılığın cezalarla ilgisi yoktu.
Yine de bir BAV sözcüsü Oktar'ın "düşüncelerinden dolayı" zulüm gördüğünü söylüyor. Davayı yakından izleyen Truman Eyalet Üniversitesinden Taner Edis Türkiye'nin adalet sistemi üzerindeki politik baskılar göz önüne alınırsa, bu "tamamen inanılmaz" değil diyor. BAV'ın söylediğine göre liderleri hapse girse de "çalışmalar devam edecek."

23 Mayıs 2008 Cuma

@ Yargıtay 4 suç işlemiş...

Yargıtay Başkanlar Kurulu, dün veriği Y-Muhtıra ile dört suç işlemiş. İşte Taraf Gazetesi'nin tespit ettiği o dört büyük suç...

KUVVETLER AYRILIĞINI İHLAL
• Hukukçulara göre, Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun muhtırayla işlediği suçlardan en vahimi, Anayasa’nın kuvvetler ayrılığını düzenleyen 7. maddesinin ihlali. Türbanla ilgili anayasa değişikliklerini “engellenemeyen bir hızla” yasalaştırdığını belirterek Meclis’e tavır alan muhtıra, yargının yasama erkine müdahale edemeyeceği kuralını hiçe saydı.

SÜREN DAVAYA MÜDAHALE
• Yargıtay, muhtırada gerek AKP, gerek bu parti aleyhindeki kapatma davası konusunda sarfettiği ifadelerle, Anayasa’nın 138. maddesinin 2. fıkrasını ihlal etti. Hukukçular, muhtıranın Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan kapatma davasını etkilemeye yönelik ifadelerinin 138. maddeyi çiğnediği kanısında.

HALKI VE MECLİS’İ AŞAĞILAMA
• Muhtıranın, seçmen iradesini, Meclis’i ve hükümeti hedef alan küçümseyici ifadelere de yer verdiğine dikkat çeken hukukçular, bu ifadelerin TCK’nın 301. maddesini ihlal ettiğini ve 301’in Yargıtay Başkanlar Kurulu aleyhine de işletilmesi gerekeceğini vurguladılar.

ANTLAŞMALARI HİÇE SAYMA
• Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun, Avrupa Birliği’nin kapatma davasına yönelik eleştirilerini üstü kapalı biçimde, Yargı Reformu Taslağı’nın Avrupa Birliği’ne sunulmasını ise açıkça kınamasını yadırgayan hukukçular, bu ifadelerle, Anayasa’nın, uluslararası antlaşmalarının kanun hükmünde olduğu yönündeki 90. maddesinin ihlal edildiği kanısındalar

22 Mayıs 2008 Perşembe

@ Istanbul'da büyük pazarlık...

Türkiye, dünyanın en karmaşık bölgesinde son derece önemli bir diplomatik girişime öncülük ediyor. İsrail ve Suriye arasında, Golan tepelerinin iadesi gibi ciddi pazarlıkların yapılabildiği bir barış sürecine arabuluculuk yapıyor. Uzun zamandır devam eden ve yakından izlemeye çalıştığımız görüşmeler ve arabuluculuk çabaları pazartesi gününden bu yana Türkiye'de, İstanbul'a yakın bir yerde devam ediyordu.

Müzakerelerde, 2000 yılında kaldığı yerden devam etmesi, Golan Tepeleri'nin Suriye'ye iade edilmesi konusunda İsrail taahhütlerinin yenilenmesi, Türkiye'nin taraflara garanti vermesi gibi ciddi sonuçlar alındı.

Bundan sonraki sürecin yürütüleceği temel ilkeler konusunda da anlaşan heyetler, ülkelerine dönüyor. Büyük bir aksilik olmazsa, önümüzdeki hafta yeniden Türkiye'de bir araya gelecekler. Yine büyük bir engel çıkmazsa, İsrail ile Suriye arasında anlaşma sağlanabilir ve dünyaya duyurulabilir.

Şüphesiz Türkiye için çok büyük diplomatik başarı olan girişim, bölgede hemen bütün ülke ve güçleri yakından etkileyecek, bu ülke ve güçlerin tavırlarında ciddi değişimlere yol açacak.

Türkiye; Filistin, Lübnan ve İran ile ABD/İsrail cephesi arasında devam eden ve her an bölgesel çatışmaya yol açma eğiliminde olan krizin merkezine müdahale edip, hiç değilse çatışmayı önleyici bir başarı sağladı. Dün üç ülke tarafından resmen açıklanan pazarlıklar, dünya medyası tarafından flash haber olarak duyuruldu. Türkiye, tarafların aynı masada olmadığını, aracılı olarak görüştüklerini açıklarken İsrail Başbakanlık Ofisi, Türkiye'nin arabuluculuğunu ve görüşmeleri resmen doğruladı.

İsrail-Suriye eş zamanlı açıklaması şöyle; “İsrail ve Suriye, Türkiye'nin nezaretinde aracılı barış görüşmelerine başlamıştır. Her iki taraf, bu görüşmeyi iyi niyetle ve açık fikirlilikle sürdüreceklerini beyan etmişlerdir. İki taraf, aralarındaki diyaloğu Madrid Konferansı ilkeleri çerçevesinde, kapsamlı barışa ulaşılması hedefi doğrultusunda kararlı ve sürekli bir şekilde yürütmeyi kararlaştırmıştır. Her iki taraf, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'a ve Türkiye'ye bu süreçteki rolü ve ev sahipliği için teşekkür etmiştir.”

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Türkiye'nin öncülüğünde başlayan görüşmeler çerçevesinde “İsrail'in işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri'nden tamamen çekilmeyi taahhüt ettiğini” duyurdu. Eğer gerçekleşirse, İsrail kırk bir yıldır işgal altında tuttuğu bölgeyi Suriye'ye devredecek. Suriye'nin Golan'ın iade edilmesi karşılığında İsrail'in istediği taahhütleri vereceği belirtiliyor.

Bu arada hemen birkaç not aktaralım. Katar'da yapılan Lübnan toplantısından anlaşma çıktı. Bu sürecin, Hizbullah'ın silahsızlandırılmasına kadar uzanabileceği söyleniyor. Aynı anda Kahire'de İsrail ile Hamas arasında pazarlık yapılıyordu. ABD Başkanı George Bush, Suriye'nin Hizbullah'a desteğini kesmesi için Türkiye'den yardım istedi. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, önceki gün İsrail'deydi. Tam bu sırada İsrail Başbakanı Ehud Olmert, İran'ın denizden abluka altına alınmasını istedi. Bir gün sonra da Suriye-İsrail barış görüşmelerine yönelik resmi açıklamalar geldi.

İsrail aşırı sağı ve ABD'deki neocon çevre provoke etmez, Olmert iktidardan düşmez, verdiği taahhütler İsrail'de karşılık bulursa Türkiye'deki görüşmelerden tarihi sonuçlar çıkabilir. Peki bu ne anlama gelir:

1- Yıllardır Ortadoğu'da hiçbir görüşmeye alınmayan, etkisi sürekli sınırlı tutulan Türkiye, ilk kez ve en zor alanda büyük bir girişimin sahibi oldu. Bu, yaklaşık on yıldır bölgeye açılmaya çalışan Türkiye'nin kilit ülke olması anlamına geliyor. Sürecin taşıyıcı olan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “Artık bu bölgede Türkiyesiz oyun kurulamaz” sözünü hatırlatmak isteriz. Gerçekten de artık bu bölgede Türkiye olmadan hiçbir oyun kurulamayacaktır.

2- Başarılırsa, anlaşmanın en kötü etkisi İran'a olacaktır. Nüfuz alanını hızla genişleten İran, en önemli müttefikini kaybedecek, İran-Suriye ekseni kırılacak, Tahran yalnızlaştırılmış olacaktır. İran'ın buna nasıl cevap vereceği dikkatle izlenmeli.

3- Lübnan'da Hizbullah Suriye desteğini kaybedecek. Suriye olmadan da İran, Hizbullah'a istediği desteği veremeyecek. Belki de Hizbullah'ın silahsızlandırılması süreci bu anlaşmadan sonra başlayacak.

4- ABD ve İsrail için, bölgede kendilerine karşı en büyük direnç kırılmış olacak. İran'ı tecrit etme yolunda en önemli adım atılmış olacak. Belki de, Suriyesiz İran daha açık hedef haline getirilecek.

5- Bu süreç, Hamas'la uzlaşma yolunda yeni bir kapı aralayabilir. Dolayısıyla Filistin barışı farklı bir sürece ilerleyebilir.

6- Türkiye-Suriye yakınlaşması çok daha ileri seviyeye gelebilir. Ankara'nın Lübnan üzerindeki etkisi artabilir. Yine Filistin barış sürecinde en etkin ülkeler arasına girebilir.

7- Bütün bunlar, PKK konusunda bölgesel ve uluslararası konsensusun gücün artıracağı gibi, Kuzey Irak ile Türkiye arasında yepyeni bir sayfa açılabilir. (Aslında bu sayfa açılmış durumda ve yakınlaşma devam edecek.)

8- Sürecin en önemli sonuçlarından biri de; barıştan ziyade, bölgesel savaşa yol açabilecek bir çatışmanın önlenmiş olmasıdır. Boşa çıkarsa, barış yerine savaş kapıları aralanacaktır. I.Karagul - Y.Şafak

@ Uzaydaki kayıp madde bulundu...

Astronomlar, şimdiye kadar uzayda varlığı bilinen, ancak nerede olduğu bilinmeyen kayıp maddenin yerini belirledi.

The Astrophysical Journal dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, kayıp maddenin yeri, dünya etrafındaki yörüngesinde dönen Hubble uzay teleskopu ve Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesinin (NASA) "Far Ultraviolet Spectroscopic Explorer" (FUSE) uydusu tarafından bulundu. Bilim adamları, bilinen maddenin dışında, uzayda bir yerde, görülebilen galaksiler ve yıldızları meydana getiren daha fazla madde olduğuna inanıyor, ancak yerini bilmiyorlardı. Evrenin bir yerinde sadece görünmeyen baryonik madde, yani atomları meydana getiren nötron ve protonlar değil, aynı zamanda büyük mikdarda görülebilen "kara" madde de bulunuyor. Astronomlar, şimdi bu yeri bilinmeyen baryonik kayıp madde kütlesinin yaklaşık yarısının yerinin, Hubble ve FUSE tarafından belirlendiğini bildirdiler.

Yeri belirlenen kayıp maddenin, galaksiler arasındaki boş uzaya, aşırı ısınmış oksijen ve hidrojen olarak yayıldığı sanılıyor. Colorado Üniversitesinden Mike Shull, "Şimdi evrenin omurgasını meydana getiren, ağ benzeri bir yapının hatlarını gördüğümüzü düşünüyoruz" dedi.Belirlenen maddenin "bir örümcek ağına" benzediğini belirten Shull, "Bizim gördüğümüz şey örümceğin çekim gücünün yarattığı şey. Çok ince. Bir kısmı çok sıcak, neredeyse bir milyon derece sıcaklığında bir gaz" dedi.

Burada devreye kara maddenin girdiğini ve gazı ısıttığını kaydeden Shull, "Kara maddenin çekim gücü var. Bu gazı içeri çekiyor ve bu da bizim sonik bomba dediğimiz şeye, şok dalgalarına yol açıyor. Bu şok, gazı bir milyon dereceye kadar ısıtıyor. Bu da maddenin görünmesini daha da zorlaştırıyor" diye konuştu. Shull ve arkadaşları, bu hidrojen ve oksijen ağlarının görülebilir ışık içinde görülemeyecek kadar çok sıcak, X-ray’lerde görünmek için ise çok soğuk olduğunu kaydettiler. Oksijen atomlarının küçülmüş, iyonlaşmış biçimlerde olduğunu belirten Shull, 8 elektrondan beşinin kaybolduğunu ve bunun mor ötesi bir ışık tayfı yaydığını, Hubble ve FUSE’un üzerindeki cihazların bu tayfı yakalayabildiklerini söyledi.

Galaksilerin maddenin bu ince lifleri üzerinde vücut bulduğunu belirten Shull, "Dolayısıyla geniş bir ölçekte galaksilerin dağılımına baktığımızda bunların tek biçimli olmadığını görüyoruz. Galaksiler, yapraklar ve lifler boyunca dağılmışlar" dedi. Araştırmacılar, bu yapılar içindeki bazı cüce galaksilerin veya başka bir deyişle madde demetlerinin galaksiler oluşturabileceklerini belirtiyor.

21 Mayıs 2008 Çarşamba

@ FadlAllah: ''Müslümanlar birleşmeli!''

Lübnan'daki Şii lider Seyyid Muhammed Hüseyin FadlAllah, Lübnan'daki Müslümanların birlik içinde olmalarının ülkenin, iç barışın ve birlikte yaşamanın korunması için en büyük garanti olduğunu söyledi.

Daily Star'ın haberine göre, Sayda'daki Kudüs Camisi imamı Şeyh Mahir Hammud ile görüşmesi sırasında konuşan FadlAllah, Lübnan'da devam olarak siyasi olayları istismar etme girişimleri olduğunu ve bunların halkı bölmek için kullanıldığını belirtti.

FadlAllah, "Bu cephede iki grup var. Bunlardan biri yerel, bölgesel ve uluslararası dalları ile birlikte siyasi meselelelerde açık değil. Diğeri ise İslami dairenin dışında. Devamlı etnik ve dini ayrılıkları kışkırtarak bunun meyvelerini toplamaya çalışıyor." dedi.

Politikaların karşı çıkılması halinde Sünni veya Şii olmanın ABD yönetimi için farketmediğini söyleyen FadAllah, "Çünkü sadece İsrail'in çıkarlarını gözetiyor. Amerika bütün Müslümanları aşağılamak istiyor. Mezhep farklılıklarından uzak İslami hareketler arasında daha geniş bir işbirliği formülü bulunmalı." dedi.

İç İslami arenanın birlik konuşmalarını kabul ederek ve herhangi bir partiyi tahrik etme girişimlerini redderek yeniden rehabilite edilmesi gerektiğini söyleyen FadlAllah, "İslami arenada din bilginlerinin insanları birleştirecek çalışmalarda bulunmasına şiddetle ihtiyaç var." dedi.

@ Mesnevi'de ölüm...

Hz. Mevlana mürşid kitap olan “Mesnevi” sinde şöyle bir hikaye anlatır.(3.cilt,beyit:3418 vd.)

“Peygamberin amcası Hamza, gençlik çağında savaşa daima zırh giyerek girerdi. Son zamanlarındaysa savaş saflarına zırhsız olarak katılır, sarhoşça savaşa atılırdı. Göğsü açık, vücudu çıplak olarak kendini kılıçlara atardı.

Halk “ Ey peygamberin amcası, ey saflar yaran aslan, ey erlerin padişahı. Allah buyruğunda “ Nefislerinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın “ emrini okumadın mı ki? Peki, neden kendini böyle bir savaş esnasında tehlikeye atıyorsun?
Gençken iri yapılı ve kuvvetliyken saflara zırhsız katılmazdın. Şimdi ihtiyarladın, zayıfladın, belin büküldü öyle olduğu halde hiçbir şeye aldırış etmez oldun. Her şeye boş veriyor; bir kılıç ve bir mızrakla savaşa atılıyor, adeta kendini sınıyorsun. Kılıç ihtiyara hürmet etmez. Hiç kılıçla okun aklı temyizi olur mu?” dediler.

O bihaberler, Hamza'nın kaydına düşüyorlar, gayretlerinden ona bu çeşit öğütler veriyorlardı.

Hamza dedi ki: “ Gençken ölümü, bu dünyaya veda etme tarzında görürdüm. Kim ölüme isteyerek gider? Kim, ejderhanın karşısında soyunur? Fakat şimdi Muhammed'in nuruyla bu fani şehre zebun değilim ki. Duygudan hariç olan ve halk nuru askeriyle dolu bulunan padişah ordugahını görmekteyim.
Çadırlar, çadırlara geçmiş çadır direklerinin ipleri, iplere sarılmış, şükürler olsun ki Allah beni uykudan uyandırdı. Ölüm kimin nazarında tehlikeyse “ Tehlikeye atılmayın” emri de onadır. Fakat birisinin nazarında ölüm hakikat kapısının açılışından ibaret olursa ona “Haydin çabuk olun” hitabı gelir.”

Ey ölümü görenler, uzaklaşın ey haşri, dirilmeyi görenler, çabuk olun! Ey lütuf görenler, ferahlanın sevinin, ey kahır görenler, bu bir beladır, gamlanın! Ölümü bir Yusuf gören, canını feda eder, kurt olarak görense yolunu sapıtır! Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindedir. Düşmana düşmandır, dosta dost!

Ayna Türk'e nazaran güzel bir renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. Ey can, aklını başına devşir. Ölümden korkup kaçarsın ya doğrucası sen kendinden korkmaktasın. Gördüğün ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın bir ağaca benzer ölüm yaprağıdır. İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de hoş, nahoş gönlüne gelen bir şey, senden senin varlığından gelir. Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir. Atlas olsun, ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir. Bil ki iş, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte değildir.”

Er kişiler ölüme sevinmekte ve hakikat kapısının açılıyor olmasından büyük bir mutluluk duymaktadırlar.

Hz. Mevlana; “Herkes ölümden ürker, korkar. (Sufiler) ona bıyık altından gülmektedir.”

“Hakk için ekmek verirsen karşılığı ekmektir. Can feda edersen bedeli candır.” der.

Dünyayı elinin tersiyle itip ebedi aşka yol bulmak, yiğitlere tatlı geliyor. Allah için yaşamak ve Allah için ölmek insana yakışan bir haldir. Can kuşunun kafesten uçması ise murada ermek.

Bir Allah dostu şöyle der: “Kahrolasın, ey dünyanın kulu! Ey gömleğin, sarığın, dinarın, dirhemin, övgünün ve yerginin kulu! Yuh sana! Her şeyin dünya için. Her şeyin Rabbinden başkası için. Halvette ve celvette O'nunla beraber olma zevkin nerede? Halbuki, O seni sadece kendisine ibadet etmen için yaratmıştır. Aklı, gönlü, kalbi ve bilgisi olan kimse Rabbine ibadet eder...”

@ İhvan'a göre Erbakan-Erdoğan farkı

Abdulhamit Bilici'nin Zaman'daki yazısını aşağıda okuyabilirsiniz:

Mısır'da 1920'lerde ortaya çıkan İhvan-ı Müslimîn (Müslüman Kardeşler) İslam dünyasındaki birçok dinî-siyasî hareketin öncüsü sayılır. Gerek Batı'ya karşı tutumu, gerek İslam kaynaklı siyasal düzen tasavvuru, gerekse örgütlenme biçimi yönüyle İhvan, İslam coğrafyasındaki din eksenli bütün hareketleri az çok etkilemiştir.

İdealist bir öğretmen olan Hasan el Benna'nın kurduğu hareket, bugün de oldukça etkili. Özgür bir seçim yapılması halinde, İhvan'ın Mısır'da tek başına iktidar olacağı tahmin ediliyor. Yasadışı sayılmasına ve birçok üyesi hapiste olmasına rağmen, bağımsız isimlerle Mısır Meclisi'nde bulunuyor. Sadece Mısır'da değil, diğer Arap ülkelerinde de İhvan çizgisinde partiler var. Ürdün, Cezayir ve Fas gibi nispeten özgür ülkelerdeki bu partiler, meclislerde veya hükümetlerde yer alıyorlar. 1980'lerde yaşanan Hama katliamının ardından yasaklanan Suriye'deki İhvan çizgisi, mevcut rejimin en ciddi alternatifi olarak görülüyor.

Hareket bir yandan varlığını sürdürürken, bir yandan da değişen şartlara adapte olmaya çalışıyor. Yasaklar nedeniyle 1944'ten beri İcra Kurulu'nu toplayamayan, iç seçimlerini yapamadığı için o dönemden kalma yaşlı bir kuşak tarafından yönetilen hareket, siyasi sınırlamaları internetle aşmayı deniyor. Özellikle genç kuşaklar, oluşturdukları bloglar aracılığıyla gündemleri tartışıyor, hareketin hazırlanmakta olan 'Yeni Parti Programı' üzerinde fikir beyan ediyorlar. (ikhwanweb.com)

AK Parti tecrübesinin İslam dünyası için model olup olamayacağını tartıştığımız Washington'daki toplantıya katılanlardan biri de İhvan'ın bu internet jenerasyonunu temsil eden İbrahim Hudeybi idi. İhvan'ın önemli liderlerinden birinin soyadını taşıyan ve hareketle bağlantısı yüzünden kayınpederi hapiste yatan, ülkesine dönmesi halinde tutuklanacağı için mecburen Katar'da yaşayan bu genç aktivistin İhvan'daki değişim sancısına ilişkin söyledikleri ilginçti. Ama daha ilginci, Türkiye'deki İslamî siyaset üzerinde etkisi olmuş bir hareketin temsilcisinin, AK Parti tecrübesi ve bunun kendileri için anlamı üzerine düşünceleriydi.

Erbakan ve Erdoğan çizgileri arasındaki farkı çok iyi tahlil eden Hudeybi, Erbakan'ın 22 Temmuz seçimleri öncesi dile getirdiği "AK Parti'ye oy veren cehenneme bilet almış olur" sözünün kendisini şoke ettiğini belirtiyordu. Hudeybi'ye göre AK Parti'nin en önemli başarısı ve örnek yönü, yola çıkmadan önce ülke şartlarını ve uluslararası sistemi iyi tahlil etmesiydi. Her kapanma sonrası aynı partiyi farklı isimle kuran Erbakan'ın aksine, Erdoğan yaşanan tecrübeyi dikkate alarak yeni adım atıyordu.

Türkiye'nin laik olduğu gerçeğini kabul ediyor ve her türlü tahrikten kaçınıyordu. Mesela eski cumhurbaşkanı, Köşk'e eşsiz davet ettiğinde AK Parti buna uyuyor, gerilim çıkarmıyordu. Aşırı laik gruplar miting düzenlerken, onlar da karşı mitingle cevap vermiyorlardı. Tahrik endişesiyle tepkilerini sandığa bırakıyor, gerilimi tırmandırmadan başarılı oluyorlardı. Ülkenin birliğine önem veriyorlardı. Seçim listesine liberal, milliyetçi, laik eğilimlerden de isimler alıyorlardı.

Dünyaya bakışları da farklıydı. Başbakan Erbakan ilk gezisini Tahran'a yaparken, Erdoğan Brüksel'i tercih etmişti. Erbakan, İslam birliği deyip D-8 adındaki oluşum için çaba harcarken, Erdoğan AB'ye önem veriyordu. AB sürecinin demokrasi için önemini kavramıştı. İslam dünyasını da unutmuyor; ilk kez İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreterliği'ne bir Türk'ün seçilmesini sağlıyordu. Böylece Türkiye'nin yerinin Batı ve İslam dünyası olduğunu savunan zıt şablonları birleştiriyordu.

Erbakan bir dinî lider gibi ortaya çıkarken, Erdoğan siyasî bir liderdi. Erdoğan, manevî bir lider değil, ortalama bir Türk vatandaşıydı. Bir yanda Avrupalı liderlerle futbol oynuyor, şakalaşıyor; diğer yanda taksici ile esnafla konuşabiliyordu.

Hudeybi'nin yanı sıra Cezayir Barış Toplumu Hareketi ve Fas Adalet ve Kalkınma Partisi liderlerinin benzer konuşmaları, AK Parti tecrübesinin İslam dünyası için ne ifade ettiğini açıklıyordu. AK Parti'nin dine yaklaşımı, bu hareketler için önemsizdi. Çünkü bu ülkelerin sistemi ile Türkiye'ninki farklıydı. Çoğunun anayasasına göre İslam, devletin dini ve yasaların kaynağıydı. Mesela Fas kralı, 'Müminlerin Emiri' sıfatını taşıyordu. Bu partilerin asıl sorunu, modern bir anlayışa sahip olduklarını göstermek; güncel sorunları daha iyi çözeceklerine devleti ve toplumu ikna etmekti. Bu açıdan AK Parti'nin, yolsuzluk, işsizlik, demokrasi, adalet gibi alanlardaki başarısı çok önemliydi. Dindar insanların liderliğindeki bir partinin bunları başarması, onlara hem umut ve cesaret veriyor, hem de model oluyordu.

Kısacası, İslam dünyası Türkiye'yi çok yakından izliyor. Hiçbirimiz bunun getirdiği sorumluluktan kaçamayız...

@ Deniz yarıldı!

Kur'an-ı Kerim'de yer alan Hazreti Musa kıssasında Kızıldeniz'in ortadan ikiye ayrılması mucizesinin bir benzeri Güney Kore'de bulunan Jindo adasında gerçekleşiyor. Denizde yaşanan Med-Cezir sırasında, deniz iki taraftan çekiliyor ve kara ortaya çıkıyor.Ortaya çıkan kara 2.8 kilometre uzunluğunda ve 40 metre eninde. Görüntü aynen Hazreti Musa'nın Kızıldeniz'i ortadan ikiye yardığı olayı hatırlatıyor.

@ Abd'den şeriate övgü...

ABD'nin önde gelen gazetesi New York Times, bundan iki ay kadar önce İslam hukuku hakkında çok uzun, kapsamlı ve önemli bir makale yayınladı. 'Şeriat, Hukuk Devleti Anlamına mı Geliyor?' (Does Shariah Mean The Rule of Law?) başlıklı yazı, Harvard Üniversitesi'nden genç hukuk profesörü Noah Feldman'ın imzasını taşıyordu ve epey de 'ezber bozucu'ydu.

Feldman, önce 'ezber'e değiniyor ve şöyle diyordu: 'Çoğumuz için 'şeriat' kelimesi, kesilen eller, taşlanan zaniler ve baskı altına alınan kadınlar gibi korkunç şeyleri çağrıştırıyor.' Ama hemen ardından ekliyordu: 'Oysaki, İslam hukuku, tarihinin büyük bölümünde, aslında dünya üzerinde var olan en liberal ve hümanistik hukuk ilkelerini sunmuştur.'

Feldman'ı bu yargıya ulaştıran analiz yöntemi, İslam hukukunu, geliştiği dönemin diğer hukuk sistemleri ile karşılaştırmaktı. 'Şeriat'tan dehşete kapılan Batılılara şu hatırlatmayı yapıyordu:

'Geleneksel İngiliz yasalarının 5 şilinden yüksek hırsızlıklar ve daha pek çok suç için idam cezasını öngördüğünü bugün kim hatırlıyor? Ya da işkencenin 18. yüzyıla dek çoğu Avrupa ülkesinde adli sistemin meşru bir unsuru olarak kabul edildiğini kaç kişi biliyor? Cinsiyet ayrımcılığına gelirsek, İngiliz geleneksel hukuku (common law), evli kadınlara herhangi bir mülkiyet hakkı tanımıyor, hatta onlara kocalarından bağımsız bir hukuki kişilik bile atfetmiyordu. Öyle ki İngilizler elde ettikleri sömürgelerde şeriat hukukunu kaldırıp kendi hukuklarını uyguladıklarında, bunun sonucu, kadınları şeriatın kendilerine verdiği haklardan mahrum bırakmak oldu.'

Feldman, makalesinin devamında şeriatın İslam medeniyetinde modern çağlara dek iktidarı denetleyen ve toplumun haklarını koruyan bir adalet kaynağı olduğunu da hatırlatıyordu. Şeriatı geliştiren ulema, bazen dünyevi iktidarın hizmetine girmişse bile, çoğu zaman onu sınırlandırmış, keyfi idarenin önüne geçmişti. Feldman'ın deyimiyle, 'şeriat, mahkemelerde kayırmayı yasaklamış, fakir ve zengine eşit muamale yapılmasını emretmiş, hatta bugün bazı Ortadoğu ülkelerinde yaşanan namus cinayetlerini lanetlemiş'ti.

Zaten Osmanlı'da sarayı protesto ederken kullanılan 'şeriat isteriz' sözünün manası da aslında 'adalet isteriz'dir.

Bugün ise 'şeriat isteriz' sözü bize Taliban'ın korkunç düzenini hatırlatıyor. Bu da elbette sebepsiz değil. Feldman'ın da vurguladığı gibi, İslam hukuku, 'içtihat' geleneğinin sönmesi ise durağanlaşmış ve çağın standartlarının çok gerisine düşmüş durumda. Ama bunun nedeni, şeriatın özünde var olan bir sorun değil, Müslüman dünyanın son iki yüzyıldır içine düştüğü kriz. Bunun sebepleri ise dini değil, siyasi, ekonomik ve coğrafi.

Zaten kendini geliştirmeyen her hukuk sistemi çağın gerisine düşer. Atatürk döneminde yapılan büyük kadın reformu bile bugünün standartlarının gerisinde kaldı ki, 2001-2004 yılları arasında bir dizi hukuki düzenleme ile kadınlara yeni haklar verdik. İslam hukuku da, eğer bazı ilahiyatçıların belirttiği gibi hükümlerin 'láfzından' ziyade 'maksadını' dikkate alan dinamik bir 'usül' ile yorumlanırsa, pekálá gayet 'liberal ve hümanistik' olabilir. Zaten Feldman'ın dediği gibi, yüzyıllar boyunca öyle olmuştur.

@ Masonların etkisi?

Taha Kıvanç mason localarının Türkiye'deki etkisini yazdı. Ve çok ilginç bağlantılar kurdu. Bu yazıyı aşağıda okuyabilirsiniz.


Dostum, 'Eskiden fikri takip duygunuzla övünürdünüz siz gazeteciler, özellikle de sen; şimdilerde gözünün önünde cereyan eden bir olayı daha önce defalarca yazdığını hatırlamıyorsun bile...' diye çıkıştı. Kast ettiği, son zamanlarda meydana gelen hemen bütün olayların bir biçimde localar ile ilintili olduğu tezi...

Beni sigaya çeken dostum, gözünü siyasete dikmiş, kulağını olan-bitene vermiş; nereye baksa neyi işitse, tezinin haklı olduğunun bir daha doğrulandığını düşünüyor. 'Sen de şunlara yardımcı ol' dedi bana. Façayı bozmamak, karizmayı çizdirmemek adına başlattıkları süreç biraderleri de kaygılandırmaya başlamış... 'Adamlar, resmen bu açmazdan kurtulamaya yarayacak bir formül peşindeler' dedi.

Anladığım kadarıyla, biraderler, bu konuda başta tek ağızdan konuşuyor olsalar bile, özellikle yurt dışından gelen tepkiler üzerine konumlarını bir kez daha gözden geçirme ihtiyacı hissetmişler. Şu sırada her kafadan farklı bir ses çıkıyor görüntüsü bu yüzdenmiş... Dostum, 'Senin ünlendirdiğin Fransız Büyük Doğu Locası Üstad-ı Muhteremi Jean-Michel Quillardet derdini anlayacak Avrupa Birliği yetkilisi bulamıyor' da dedi.

Fransız Büyük Doğu Locası biraderlerin pek azı tarafından makbul addediliyor. Locaların büyük bölümü İngiliz-İskoç Riti'ne bağlı çünkü. Kraliçe 2. Elizabeth yanında eşiyle geldi ya ülkemize; dünya biraderlerinin en büyük üstadı bir ara Prens Philip'ti. Prens Charles Kraliyet Ailesi adına o görevi üstlenmeyi reddedince Kent Dükü Michael'a kaldı o görev. Kraliçe ve eşinin Abdullah Gül'e konuk olmayı kabul etmesi, Tayyip Erdoğan ve eşiyle hatıra fotoğrafları çektirmesi bizdeki biraderlerin çoğunun gözünü açmışa benziyor.

Fransız Büyük Locası'na bağlı olanlar ise Büyük Üstad Jean-Michel Quillardet'in ekzantrikliğe varan saplantıları yüzünden giderek daha zor bir durumda kalmaktalar. Türkiye'deki kendine bağlı locaları kendisinin çoktan tanıdığı 'soykırım' yolunda bayağı sıkıştırıyor Jean-Michel Quillardet...

Bu yıl Fransız Obediyansı'na bağlı biraderlerin yıllık toplantısı Marsilya'da yapıldı. Toplantıya Türkiye'den katılanlar orada büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Loca'nın Büyük Üstadı olarak 5 Nisan 2008 tarihinde göreve başlayan Metin Ansen tedbirli insanmış; toplantıya kendisi gitmek yerine iki yardımcısını göndermesi buna işaret ediyor. Adamlar belki etkisi olur diye yanlarına Türkiye'nin Marsilya Başkonsolosu Özer Aydan'ı da almışlar, ama itirazları Quillardet'nin bir kulağından girip diğerinden çıkmış...

Türk Masonlar'dan Ermeni tezlerini kabul etmelerini beklediğini söylemiş Quillardet, hem de üçünü birden azarlayarak...

Öyle bir gizli dünya ki biraderlik, kimin İngiliz-İskoç, kimin Fransız obediyansına bağlı olduğunu bilmek neredeyse imkansız... Bir bilebilsek, son tartışmalar ışığında, türban ve kapatma davalarının nasıl bir biçim alabileceğini de belki öngörebileceğiz.

Fransız biraderler özellikle 'başörtüsü' konusunda pek rijitler. Fransa'da yasak yalnızca ilk ve orta dereceli resmi eğitim kurumlarında uygulanıyor; özel okullar, kilise okulları ve yüksek öğretim kurumlarında okuyan öğrencilerden isteyenler başlarını örtebiliyor. Jean-Michel Quillardet'ın gönlü işte buna razı değil. Her dereceli okulda, resmi veya özel fark yapılmaksızın, başörtüsüne yasak getirilmesinden yana olduğunu defalarca açıkladı Quillardet.

Bizimkilere baskı yaptığı yetmiyormuş gibi, 8 Nisan 2008 tarihinde, Türkiye'ye seyahatinden birkaç gün önce görüştüğü AB'nin cumhurbaşkanı sayılan Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso'ya da 'Ak Parti'ye sakın arka çıkma' uyarısında bulundu.

Herhalde Avrupa'da da Quillardet'nin locasına bağlı olanların sayısı az olmalı ki borusu her yerde ötmüyor...

Tezin sahibi dostum, Kraliçe'nin ziyareti sonrasında meydana gelen gelişmeleri, yeni çıkış yolları aranmasını iki birader grup arasında varolan çelişkiye bağlama eğiliminde. İngiltere'de de geçerli olan formülün Türkiye'de nasıl uygulamaya konulabileceği yolunda araştırma yapıldığını söylüyor. Başörtüsü serbestisinin yüksek öğretim kurumlarıyla sınırlı tutulacağına dair bir güvence peşindeymiş biraderler; parti kapatılmasına da karşılarmış...

Bu adam bu kadar şeyi nereden bilir, anlamam; zaman zaman onun da 'birader' olmasından kuşku duyduğumu sizlerle paylaşmıştım. Bu da hoşuna gidiyor keratanın...

Acaba buradan bir çıkış yapsam, 'Hükümetin başörtüsü serbestisini yüksek öğretim kurumları dışına yayma niyeti yok; bunu sağlayacak tüzük ve yönetmelikler yürürlükte zaten' garantisini ben versem yeterli olur mu?

20 Mayıs 2008 Salı

@ Siyonizm karşıtı yahudilerden, İsrail'i kınayan bildiri...

Siyonizm karşıtı Yahudiler Hareketi (SATMAR) sahte İsrail rejiminin kuruluşunun 60. yılında yayınladığı bildiriyle, bu rejimin kuruluşunun ilahi emre aykırı olduğunu ve ilahi olmayan bir otoritenin Yahudilere dayatılması anlamı taşıdığını ilan etti.
SATMAR’ın bildirisinde, Siyonist rejim İsrail’in Yahudilerin gerçek dini anlayışını ve Tevrat’ı yozlaştırdığı ve Yahudilere ilahi olmayan bir sahte düzeni dayattığı belirtildi.

Bildiride, böyle bir rejimin kuruluş yılını sevinçle kutlamanın affedilemeyecek bir günah olduğu ve bu günahın küçük görülmemesi gerektiği, böyle bir kutlamanın küfürden daha kötü olduğu, bu kutlamaların ilahi emirlere ve Tevrat’a karşı gelmenin kutlamaları olduğu vurgulandı.
SATMAR, bildirisinde dünyada birçok insanın şüphe ve vesveseler karşısında zayıf olduğunu ve günahlar işlediğini ama bunlardan da daha kötüsünün İsrail gibi sahte bir rejimin kuruluş kutlamalarına katılmak olduğu ve bu insanların derin bir küfür içinde bulunduğu belirtildi.

Vicdanlı Yahudilerin The Guardian’da yayınlanan ilanları:

“Mayıs ayında Yahudi örgütleri İsrail devletinin kuruluşunun 60’ıncı yıldönümünü kutlayacak. Bu durum, yüzyıllardan beri süregelen ve II. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi Soykırımı’yla (Holocaust) zirveye ulaşan zulmün ışığında değerlendirildiğinde belki haklı görülebilir. Ama biz, bu olayı kutlamayacak olan Yahudileriz. Çünkü şimdi sıra, ötekinin hikayesini, Avrupalı anti-semitizm ve Hitler’in soykırımcı politikaları nedeniyle öteki insanların ödediği bedeli tanımaya geldi. Edward Said’in de belirttiği gibi, Yahudiler için Soykırım ne demekse, Naqba da (İsrail Bağımsızlık Günü veya Felaket Günü) Filistinliler için aynı şeydir.

Nisan 1948’de, Deir Yassin’deki kanlı katliamın ve Hayfa’daki pazar meydanında Filistinlilere yapılan havan saldırısının yaşandığı aynı ay, Dalet Planı devreye sokulmuştu. Bu plan Filistinlilerin köylerinin yıkılmasına ve yerli nüfusun ülke sınırları dışına çıkarılmasına yeşil ışık yakıyordu. Biz bunu kutlamayacağız.

Temmuz 1948’de, 70.000 Filistinli yiyecek ve içecek hiçbir şeyleri olmadan kızgın güneşin altında Lidda ve Ramla’daki evlerinden sürüldü. Yüzlercesi öldü. Bu olay “Ölüm Yürüyüşü” olarak tarihlere geçti. Biz bunu kutlamayacağız.

Sonuçta 750.000 Filistinli, mülteci durumuna düştü. 400’ü aşkın köy haritadan silindi. Bu da etnik katliamı sona erdirmedi. Binlerce Filistinli (İsrail vatandaşı) 1956’da Celile’den çıkartıldı. Ve çok daha fazlası İsrail Batı Şeria ve Gazze’yi işgal ettiğinde aynı akıbete uğradı. Uluslararası yasalar ve Birleşmiş Milletler’in 194 sayılı kararı gereği mültecilerin ülkelerine dönme ya da tazminat alma hakkı bulunmaktadır, İsrail bu hakkı hiçbir zaman tanımadı. Biz bunu kutlamıyoruz.”

Bizler, terörizm, katliam ve bir milletin vatanından koparılması uygulamaları üstüne bina edilmiş bir devletin doğum gününü kutlayamayız. En büyük politikası etnik katliam olan, uluslararası hukuku ihlal eden, Gazze’deki sivil halkı cani yöntemlerle toplu şekilde cezalandırarak kan ve gözyaşı akıtan ve Filistinlilerin insan haklarını ve milli varlığını reddetmeye devam eden bir devletin doğum gününü kutlayamayız.

Araplar ve Yahudiler Orta Doğu’da eşitçe yaşamaya başladıklarında sevinç çığlıklarıyla sokaklara dökülenler de ilk biz olacağız.

@ Avrupa'da din ayrımcılığı

İç savaş nedeniyle Irak'tan kaçan 2 milyon kişiden Avrupa'ya göçmenlik başvurusunda bulunanlara Almanya İçişleri Bakanı Wolfgang Schauble, "Müslüman Türkiye Müslümanların başvurusunu kabul etsin biz de Hıristiyan Iraklılar'a vize verelim" dedi.
Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner de "Fransa 500 Hıristiyan Iraklıya oturma ve çalışma izni verebilir" diyerek teklifi destekledi.
Ancak Avrupalılar hiç beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştı. Vatikan, "İnsanları dinlerine göre ayıramazsınız. Iraklı Hıristiyanlar sadece dinlerinden dolayı Avrupa'dan özel muamele görmemeli. Yardım yapacaksanız insanlık kriteri uygulayın, din değil..." açıklamasını yaptı.

@ Çin'deki müslüman depremzedeler...

Çin'i 12 Mayıs'ta vuran 7,9 büyüklüğündeki deprem, Çinli Müslümanlar için de büyük bir felakete sebep olmuş. Depremde en çok kaybın verildiği Beichuan'daki 600 Çinli Müslüman'dan 400'ü ölmüş. Geriye kalanlar ise Mianyang şehrindeki bir stadyumda diğer Çinlilerle birlikte yaşam mücadelesi veriyor.

Yaklaşık 20 bin depremzedenin bulunduğu bu stadyumdaki insanların tek isteği başlarını sokabilecekleri bir ev kurmak. 200 kadar Çinli Müslüman'ın da sığınabileceği emniyetli tek yer burası. 4 aylık bebeğiyle burada bulunan Yü Ying (29), kocasının ağır yaralı olarak hastanede bulunduğunu, kendisinin de bebeğiyle burada çaresizce beklediğini ifade etti. Yü, deprem anında çöken binanın üçüncü katında bulunduğunu ve ilk iki kattakilerin öldüğünü söyledi. "Rabb'im bizi korusun ve yeniden bir ev kurmamızı nasip etsin." diyen Yü, devletin ve Müslümanların kendisine yardım etmelerini istedi. Depremden yaralı olarak kurtulan ve sürekli, "Her şeyimizi kaybettik, geri gidemiyoruz.'' diyerek ağlayan bir diğer Müslüman depremzede bayan Ding Qinghui (50), 80 yaşındaki kayınvalidesi ve bir kızıyla kurtulduklarını, diğer tüm yakınlarını kaybettiğini aktardı. Kamptaki yardım çalışmalarını organize edenlerden imam Ma Lianglu ise hükümete ve Çin Komünist Partisi'ne (ÇKP) sağladığı yardımlar ve verdiği destekten dolayı teşekkür ederken dünya Müslümanlarından yardım beklediklerini vurguladı. İmam Ma, yardımın hükümet kontrolünde ihtiyaç sahiplerine ulaştırılacağından şüphe duymadığını sözlerine ekledi.

Müslümanlar, kampta dağıtılan yiyecekleri helal olmadığı için yiyemiyor. Müslüman depremzedelerin bu sorununu ise Mianyang'daki dindaşları çözmüş. Stadyumda dağıtılan yemekleri yiyemeyen 200 Müslüman din kardeşlerinin getirdiği yemeklerle karınlarını doyurmaya çalışıyor. Çevre şehirlerdeki Müslümanlar da bu girişime destek veriyor. Müslümanların yaptığı yardımlar stadyumdaki komünist partili yetkililerin de takdirini kazanmış. Depremde hasar gören inşaat halindeki camilerini onarmak yine Mianyang Müslümanlarının öncelikleri arasında yer alıyor. Stadyumda akşamları depremzedeler, kurulan dev ekranlarla film ya da deprem haberlerini izliyor. Stadyum dışındaki halk, her gün artçıların hissedildiği şehirde korkudan arabaların içinde ya da yolların kenarına kurdukları çadırlarda kalıyor.

18 Mayıs 2008 Pazar

@ CIA: İslam’ın fikir gücüne karşı koyabilecek bir başka güç yok!

Murat Birsel'in yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.

Bilgisayar ekranında izliyorum, ince uzun orta yaşı geride bırakmış bir adam anlatıyor...

Teröre karşı verdiğimiz, kökten dinci mücahitlerle savaştan bahsederken, ‘asimetrik bir savaş’ diyoruz. Gerçekten asimetrik; onlarda fikir var bizde silah. Biz fikirlere kurşun sıkıyoruz. Gel gör ki fikir dediğin şeye kurşun işlemiyor. Ve böylesi asimetrik bir savaşta bizde mühimmat yok. Bir fikri ancak daha iyi bir fikirle yenebilirsiniz ve fikre karşı kurşun sıkmak da iyi bir fikir değil!

Bu temayı işleyen konuşmayı yapan adamın adı: Eric Haseltine.

Eric Haseltine, Amerikan istihbarat şebekesinin (CIA, NSA, DIA, NGA... liste uzun) eski Teknoloji Daire Başkanı (2001-2007 arası ABD istihbaratının çeşitli birimlerinde görev aldı).

Arzu edenler bu yazıya konu olan konuşmaya internetten hemen erişebilir; i-tunes ücretsiz podcastları arasında yer alan New Yorker serisinde ‘Creative Intelligence’ başlığı altında bulabilirsiniz. ‘New Yorker Haseltine’ diye ararsanız geliyor zaten...

Dr. Haseltine dobra konuşuyor, hiçbir şey söylemeden ‘Yaratıcı Zeka’ başlığı altında her şeyi anlatmayı beceriyor; özetle:

1. Soğuk savaş dönemi bir filler savaşıydı. Atom bombalarına sahip iki dev fil, ABD ve Sovyetler, kapıştı; ABD yendi.

2. Yendik ve böyle yendiğimiz için aynı şekilde devam ettik; fil daha iyi duysun diye kulakları büyüttük, daha iyi koku alsın diye hortumu uzattık, dişleri sivrileştirdik ve bu uğurda milyarlarca dolar harcadık.

3. Ama bu sefer düşman fil değil, ısırıp virüs bulaştıran bir sivrisinek olarak karşımıza çıktı. Fil ne yapacağını şaşırdı, başka bir fil ile nasıl başa çıkacağımızı çok iyi biliyorduk ama sivrisineklere karşı nasıl mücadele edeceğimiz konusunda hiçbir fikrimiz yoktu!

4. Amerikan istihbaratında en büyük mücadelem ‘fil’i sivrisinekleri öldürebilecek ‘eşekarıları’na dönüştürmek oldu. (Eşekarısı sivrisinek öldürür mü bilmem ama teşbihte hata olmaz öldürdüğünü varsayalım diyor, ayrıca sunumda fil ve arı resimleri sürekli görüntüde!)

5. Bunu bir yere kadar gayet iyi başardık ama sivrisinekler fikir ortamından beslenerek ürüyor ve gelip ısırıyor, ne kadar arı yaparsak yapalım bataklığı kurutmak için işe fikir düzeyinde yaklaşmamız gerek. Çünkü fikir karşısında kurşun etkisiz kalıyor. Ve onlar savaşın düşünce boyutunda bizden fersah fersah güçlüler...

6. Tezleri şöyle: İslam Hristiyanlık’tan daha üstün, bunu bilen Batı, Müslüman dünyayı yok etmeye çalışıyor. Haçlı seferlerinden bu yana hedefleri bu! Haçlı saldırıları devam ediyor, eskiden İngiltere’de olan liderlik şu anda Amerika Birleşik Devletleri’nde. Bu güçlü teze karşı, sizin elinizde sadece ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kavramları var. Adamların ülkesine girince, sorgu skandalları ortaya çıktıkça bunlar da pek işe yarıyor denilemez.

7. El Kaide özellikle gençler üzerinde çok etkili, İslam’ın güzelliği ve gücüyle gençleri fethediyor, sonra da istediğini yaptırıyor. İslam düşüncesi karşısında durabilecek hiçbir güç yok, muhteşem felsefi bir boyut içeriyor. Tek bir çıkar yol var, İslam’ın teröre alet edilmesinin İslam’da yeri olmadığını Müslüman gençlere gösterebilmek.

8. Bu amaçla esirler arasındaki bazı hocalara esir muamelesi yapılmadı ve ilahi bilimler uzmanlarıyla beraber Kuran üzerine çalışmalar düzenlendi. Bu ‘tefsir’ çalışmalarından sonra biz bu hocaları serbest bıraktık ve onlar Müslüman gençleri üzerinde ilahi mesajın nasıl algılanması hususunda vicdani düzeyde yapılan yaklaşımlarda fevkalade önemli farklılıklar yarattılar.

Gerisi var, meraklısına... Onu da ‘orijinali’nden araştırın!

17 Mayıs 2008 Cumartesi

@ Küstah CHP'li, burası Danimarka değil!

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın sağ kolu olarak bilinen ve CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın Hac ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed'le ilgili aşağılayıcı ve küstahca konuşmalar yaptı.

Bir program için Ankara'nın Elmadağ ilçesine giden Önder Sav, İlçe belediye başkanını ziyaretinde yanlarına gelen CHP'li bir vatandaş Mustafa Ünal'ın hacca gitme arzusu ile de dalga geçti. Yanına yaklaşarak, Hacca niyetlendiğini söyleyen Mustafa Ünal isimli yaşlı vatandaşa Önder Sav: 'Boşver Araplara para kaptırma' dedi.

Sav'ın sözlerine karşılık yaşının 80'e geldiğini, bir ayağının çukurda olduğunu onun için hacca gitme niyetinde olduğunu anlatmaya çalışan CHP'li Mustafa Ünal, Önder Sav'dan hiç beklemediği bir cevap aldı.

Peygamber'e ismiyle "Muhammet" diye hitap etti

Sav alaycı bir ifade ile "Bakarsın Muhammed seni bırakmaz. Buraya göndermez. Onun için sen yine şey yapma" dedi. Sav'ın sözleri karşısında şaşkına dönen CHP'li Mustafa Ünal, konuşma üslubunun böyle devam edeceğini anlayınca, Sav'ın yanından hızla ayrıldı. Bu ibret verici dialogu izlemek için başlığa tıklayınız.

@ Müslümanların zaferi için, dine dönüş şart...

Dünya Müslüman Alimleri Birliği Başkanı Allame Yusuf Kardavi, dün Katar'da kıldırdığı Cuma namazı hutbesinde ''biz, Müslümanların zaferi ve İsrail'in mağlubiyetinin kesin olduğuna inanıyoruz. Zira batıl asla hakka galip gelmeyecektir'' dedi.

Kardavi, sözlerini şöyle sürdürdü: İsrail ve Amerika güçlerinin tecavüzü ebediyete kadar devam etmeyecektir. Müslümanların manevi gücü ve halis Muhammedi öğretilere dönüşleri İsrail'in mağlubiyetine sebep olacaktır.

İfratçı siyonistlerin ''Tevrat'' ismini kullanarak Filistin topraklarını işgal ettiklerine dikkat çeken Dünya Müslüman Alimleri Birliği Başkanı, ''onlar, sözde ''Tevrat''ı ileri sürerek İslam dünyası aleyhine savaş başlatmışlarken bu savaşta biz Müslümanların İslam dininin öğretilerinden uzak kalması en büyük hatalardandır'' şeklinde konuştu.

Kardavi, sözlerine şöyle devam etti: İsrail, Filistin'i işgal etmek için tarihi ve dini açıdan hiçbir delile sahip değildir. İsrail'in, bu toprakları işgal etmekte ve çirkin planlarını hayata geçirmedeki en büyük desteği Müslümanların gafletidir. 1948 yılından önce tarihi ve coğrafi anlamda İsrail isminde bir şey yoktu. Bu rejim, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere batılı güçlerin bu bölgede destekleyerek oluşturdukları bir vakadır.

@ Böl, parçala, yönet!

DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, DTP'nin projesini açıkladı: ''Türkiye'yi 25 bölgeye bölelim!''

Devrimci Sosyalist İşçi Partisince Taksim Hill Otelde düzenlenen toplantıda konuşan Tuncel, ''Türkiye'deki Kürt sorununun, sosyal, ekonomik, kültürel boyutları olan siyasal bir sorun olduğu'' görüşünü ifade ederek, sorunun bu çerçevede ele alınıp çözülmesinin zorunlu olduğunu söyledi.

Tuncel, ''demokratik özerklik'' projelerinin tartışılması gerektiğini, kendilerinin bunu, ''Türkiye'nin idari ve siyasi yapısında reform'' olarak nitelendirdiklerini anlattı. Tuncel, şunları kaydetti:

''Bizim projemiz, sadece Kürtlerin yaşadığı bölgeleri değil, diyoruz ki Türkiye'yi 20-25 bölgeye ayıralım. 20-25 bölgede her halkın kenti özgürce ifade edebildiği ve denetimin altında yerel meclislerin de olduğu bir yönetim tarzı. Bunun tartışılması gerekiyor.''

@ Masonlar, 2.Abdülhamit'in tahttan indirilmesini kutluyor!

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, “Türk Masonları'nın zaferi” diye niteledikleri II. Abdulhamit’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan II. Meşrutiyet'in ilanının 100. yılı olan 2008 yılını “Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik” yılı ilan etmelerinden sonra etkinliklerini şimdi de Avrupa Mason Buluşması’na (EME 2008) taşımaya hazırlanıyor. Bu amaçla, bu yıl Ekim ayında İngiltere ve Belçika’da yapılacak Mason buluşmasında Türkiye Masonları etkinliklerde Abdulhamit’in tahttan indirilmesinde rol oynayan Mason ataları için bir anma töreni düzenlenecek ve II. Meşrutiyet’in nasıl ilan ettirildiği, ardından Abdulhamit’in nasıl tahttan indirilerek 1909’da da Türk Masonluğu'nun yasal zemine kavuştuğu anlatılacak.

Avrupa Mason Buluşması adlı kuruluş, değişik fraksiyonlara (ritinlere) ayrılmış Avrupa Masonları'nın bir araya geldikleri çok özel bir platform durumunda. Platform komitesinde İskoç, İngiliz, Fransız ritinden üst düzey Masonlar bulunuyor. Platformun bu yılki gündemine II. Abdulhamit’in devrilmesi ve II. Meşrutiyet’in ilanının 100. Yılı çerçevesinde yapılacak etkinliklerin damgasını vurması bekleniyor. Organizasyonla ilgili program ve katılım formları Büyük Loca tarafından bütün Masonlara gönderilirken, “Türk Masonluğu'nun ayağa kalkışının 100. yılı anısına uluslararası etkinlikler düzenleneceği” belirtildi. “Avrupa Mason Buluşması Organizasyon Komitesi”nde yer alan Türk Masonları'nın girişimiyle alınan karar gereği, II. Abdulhamit dönemi, II. Meşrutiyet'in oluşum süreci, Masonların bu süreçteki oynadıkları rol ve Osmanlı'da masonik faaliyetler gibi çok kapsamlı çalışmalar yapılacak. Bunun için Türk Masonları'nın yoğun bir lobi çalışması içinde olduğu belirtiliyor. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, bütün bağlı kuruluşlarına II. Meşrutiyet'in 100. yıl kutlamalarının 2008 boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanması talimatı vermesinden sonra, ülke çapında çeşitli localar tarafından kutlama programları düzenlenmeye başlandı. Bu doğrultuda “Meşrutiyet defileleri”, kitap tanıtımları, konferanslar ve benzer etkinlikler düzenlendi.

Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası, 1909’da II. Abdulhamit’in askeri darbe ile devrilmesiyle sonuçlanan II. Meşrutiyet’in 100. yılı olan 2008 yılını, “Hürriyet Eşitlik Kardeşlik” yılı ilan etmişti. Bu durum, Masonların Türkiye'deki büyük siyasi çalkantılar sırasında oynadıkları rolün bizzat Masonlar tarafından itiraf edilmesi olarak değerlendirilmişti. Loca, Türkiye’de askeri darbe geleneğinin ilk örnekleri olarak görülen I. ve II. Meşrutiyet’in başlı başına Mason kalkışmalar olduğunu ilan etmişti.

Selçuk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Arabacı, II. Abdulhamit’e karşı darbe yapan İttihat Terakki’nin masonik bir örgütlenme olduğuna dikkat çekerek, “İttihatçıların kökenleri Jöntürkler'dir ki; bunların ilk örgütlenmeye başladığı yer İngiliz sefaretidir. Talat Paşa ve Ahmet Rıza gibi önde gelen isimler Mason'du. Abdulhamit’e karşı gerçekleştirilen darbe İttihatçı-Mason-İngiliz işbirliğinin ürünüdür. Rıza Tevfik, hatıratında anlattıklarına göre darbeden sonra İngiliz sefaretinde teşekkür ziyaretinde bulunulmasını önerir” dedi. Arabacı, Abdulhamit’in Balkanlarda isyan başlatan ordu içindeki ittihatçı oluşumun darbe hazırlığında olduğunu fark ettiğini ve buna karşı 1876 Anayasası'nı yeniden yürürlüğe koyduğunu kaydederek, “Ancak darbecilerin asıl hedefleri bu değildi. İttihatçılar iktidarı ele geçirmek, İngilizler de tehdit İslâm birliği politikasıyla sömürgelerini sürekli tehdit eden Halife Abdulhamit Han’dan kurtulmak istiyorlardı. Bu amaçla tarihe 31 Mart Vakıası diye bilinen oyun sahnelenerek darbe gerçekleştirildi ve Abdulhamit Han başka yer kalmamış gibi Selanik’e götürülerek bir Yahudi’nin evine hapsedildi. Böylece Filistin’e karşı Osmanlı'nın tüm borçlarını ödeme teklifi yapan Siyonist Lider Theodor Hertzel’e ‘Vatan parayla satılmaz’ cevabının adeta intikamı alınıyordu” diye konuştu.

Doç. Arabacı, Abdulhamit’in nasıl bir Siyonist-Emperyalist darbenin kurbanı olduğunun 1917’de Theodor Hertzel ile İngiliz Dışişleri Bakanı Althur Balfour tarafından Filistin’de Siyonist İsrail devletinin kurulacağının deklare edilmesiyle ortaya çıktığını dile getirerek, “Abdulhamit Han’ın haliyle, ittihatçıların elinde devlet hızla dağılma sürecine girdi. Masonlar, elbette bunu kutlar. Bunların kutladıkları, Osmanlı’nın yıkılışı, bugün 60. yılını kutlayan Siyonist İsrail hançerinin saplanışı, Anadolu’nun çöküşü ve Osmanlı’nın çocuklarının borç batağında Batı'ya el açar duruma düşürülüşüdür” dedi.

@ Kur'an dağıtan gazeteye uluslararası medya ödülü verildi

İslamofobinin yükselişte olduğu bir dönemde İslam'la ilgili yazı dizisi yayınlayan, ardından da okurlarına Kur'an-ı Kerim dağıtan Belçika'nın De Standaard Gazetesi 'uluslararası medya ödülü' kazandı. Birlikte yaşamanın önemine vurgu yapan gazete, yüzlerce basın kuruluşu arasından sıyrılarak 'okuyucuya ulaşmada en başarılı yollar' dalında birinciliği elde etti. Hıristiyan Demokrat eğilimli De Standaard'ı takdir eden Uluslararası Gazete Pazarlama Birliği (International Newspaper Marketing Association), bu yıl 'medya oscarı' için New York Times ve Wall Street Journal gibi dünya devleri yerine Belçika gazetesini tercih etti. Amerika'da toplanan jüri üyelerini en çok etkileyen unsur, gazetenin cesareti ve elde ettiği başarı oldu.

Avrupa'nın en kuvvetli ırkçı partilerinden Flaman Menfaati'nin 'anayurdu' olan Flaman bölgesinde yayın yapan gazete, önce 30 bin Kur'an dağıtmış, yoğun ilgi üzerine bu sayıyı 50 bine çıkarmıştı. Halkın gösterdiği büyük teveccüh, 'İslam'a yönelik muazzam bilgi açığı' olarak yorumlanmıştı.

Uluslararası Gazete Pazarlama Birliği (International Newspaper Marketing Association) tarafından her yıl dağıtılan 'medya oskarları' geçtiğimiz günlerde Amerika'nın Los Angeles şehrinde sahiplerini buldu. 34 ülkeden 200 gazeteyi geride bırakarak ödül kazanan De Standaard'ın Genel Yayın Yönetmeni Bart Sturtewagen, De Standaard gazetesi, okuyucularına İslam dini etrafındaki tartışmaları daha iyi anlayabilmeleri için geçen yıl 15 bölümlük bir yazı dizisi yayımlamıştı. Hıristiyan Demokrat eğilimli gazetenin ayrıca bedava Kur'an-ı Kerim dağıtması önce şaşkınlık ardından takdirle karşılandı. Kısa sürede 50 bin adet Kur'an-ı Kerim dağıtan gazete bu davranışından ötürü birincilikle ödüllendirildi. De Standaard'ın Genel Yayın Yönetmeni Bart Sturtewagen'a göre, günümüz dünyasında 'öteki' ile birlikte yaşama mecburiyetine rağmen taraflar birbirini yeterince tanımıyor. "Bu yüzden İncil dağıtmak yerine Kur'an dağıtmaya daha fazla ihtiyaç olduğunu düşündük" diyen Sturtewagen, "Batı dünyasında insanlar Müslümanların davranışlarını anlamakta bazen zorlanıyor. Bana göre birbirimizi daha iyi tanırsak, sorunlar derhal çözülüp, her şey kolayca yoluna girmeyecek. Örneğin aile içinde dahi, birbirini çok iyi tanıyan eşler arasında büyük sorunlar yaşanabiliyor. Tanımak, iyi geçinmek için tek başına yeterli değil, fakat bir ilk adım olması nedeniyle çok önemli. Tanımadan karşıdakinin neden seninle aynı fikirde olmadığını dahi anlayamazsın." değerlendirmesinde bulundu. De Standaard genel yayın yönetmeni, ayrıca ödülle birlikte diğer Batı basınının dikkatinin, dağıtılan Flamanca Kur'an'a çevrildiğini aktardı. Danimarka'dan bir gazetenin kendileriyle görüştüğü ve De Standaard'ın İslam dosyasını çok başarılı bularak benzer bir yazı dizisini yayına koymayı düşündüğü öğrenildi. Sturtewagen, "Yakında diğer Avrupa dillerinde de bedava Kur'an-ı Kerim dağıtılabilir." dedi.

16 Mayıs 2008 Cuma

@ Ntvmsnbc.com'a Harun Yahya sitesinden cevap...

Ntvmsnbc.com sitesinde 26 Nisan 2008 günü “Kuşların atası Tyrannosaurus” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, Harvard Üniversitesi’nden Chris Organ ve ekibince, 2003’te ABD’nin Montana eyaletinin doğusundaki Hell Creek bölgesinde yapılan kazılarda bulunan, 68 milyon yıllık Tyrannosaurus’un kemik dokusundan elde edilen proteinler üzerinde yapılan bir çalışma konu ediliyordu. Sözkonusu proteinleri 21 modern kuş türününkiyle kıyaslayan araştırmacılar, elde ettikleri moleküler verileri evrim teorisinin dogmalarına göre yorumluyor, bu dinozor türünün tavuk ve devekuşu ile doğrudan akrabalığı olduğunu öne sürüyorlardı.

Araştırmacılar sözkonusu çalışmada elde ettikleri moleküler verileri (proteinlerin karşılaştırmalı yapılarını) evrim teorisinin varsayımları doğrultusunda ve kuşların dinozorlardan evrimleştiği dogması çerçevesinde yorumlamışlardır. Kuşlarla dinozorlar arasında sözde evrimsel bir bağlantıyı en baştan benimsemiş oldukları için, proteinler arasındaki benzerlikleri de hayali evrim sürecinin bir ürünü olarak yorumlamaktadırlar. Darwinist çizgide yayın yapan Ntvmsnbc.com sitesi de bu çalışmayı, “etobur dinozor Tyrannosaurus’un bugünkü kuşların atası olduğu kesinleşti” şeklinde iddialı ve gözboyayıcı yorumlarla topluma aktarmakta, evrim propagandası yapmaktadır.

Oysa bu çalışmada ortaya konan iddialar tamamen spekülasyonlara ve ön yargıya dayalıdır, ve araştırmanın kendisi evrim teorisine hiçbir bilimsel kanıt oluşturmamaktadır. Birincisi, çok iyi bilindiği ve evrimci bilim adamları tarafından dahi kabul edildiği gibi, canlılar arasındaki benzerlikler evrime kanıt oluşturmamaktadır. İkincisi, araştırmacılar benzerliklerin evrim ürünü olduğunu varsayıp, buldukları benzerlikleri evrim kanıtı olarak yorumlamakla mantık hatası ortaya koymaktadırlar. Üçüncüsü ve en önemlisi, kuşların dinozorlardan evrimleştiği iddiası önde gelen ornitologların (kuşbilimci) açık ve net kanıtlar ortaya koyarak çürüttükleri bir masaldan ibarettir. Ntvmsnbc.com sitesindeki Darwinizm propagandasının geçersizliğini ortaya koyan bilimsel açıklamaları, başlığa tıklayarak okuyabilirsiniz.

@ Yaratılış Atlası'nı okuduktan sonra, Sarkozy'deki değişiklikler...

Daha önce dini söylemlerine fazla rastlanmayan Fransa Devlet Başkanı Sarkozy'nin, Harun Yahya'nın Yaratılış Atlası kitabını okuduktan sonraki söylemlerindeki farklılık çok dikkat çekici.

"Laikliğin, Fransa'yı Hıristiyan köklerinden ayırmaya gücü yoktur. Bunu yapmaya kalkıştı. Yapmaması gerekirdi. Tarihinin dini, manevi ve ahlaki mirasını görmezden gelen bir milletin kendi kültürüne karşı suç işlediğini düşünüyorum. Kökü çekip atmak, milli kimliğin çimentosunu zayıflatmaktır."

Kimse, bir asır önce laiklik adına dine savaş açmış ve laikliğin hâlâ en katı yorumuyla uygulandığı bir ülkenin liderinin bir gün gelip bu sözleri sarf edeceğini ummazdı herhalde. Elysee Sarayı'na çıktığı günden bu yana, yönetim tarzıyla gelenekçi Fransızları şaşırtmaya devam eden Nicolas Sarkozy, ülkenin tarihi tabularından din konusunda da ezberleri bozmaya başladı. Vatikan'a giderek, Pompidou ve Mitterrand gibi cumhurbaşkanlarının reddettiği, Papa'nın 4. Henri'den bu yana Fransa'nın liderlerine verdiği "onur piskoposluğu" madalyasını alan Sarkozy, burada yaptığı konuşmayla Fransa'da laiklik tartışmalarını yeniden başlattı.

Laiklik ve din, Fransa'nın en hassas konularından birisi. Zorunlu olmadıkça siyasi liderler genelde, özel hayatla ilgili, görerek dinle ilgili meselelere pek ilgi göstermez. Sarkozy ise daha içişleri bakanı iken yazdığı "Cumhuriyet, Dinler ve Ümit" isimli kitabıyla din konusunda çok farklı düşündüğünü ortaya koymuştu. Ülkede, içişleri bakanının aynı zamanda din işleri bakanı olduğu Sarkozy ile hatırlanmıştı. Sarkozy, daha ileri giderek, 2005'te, bir akademisyeni görevlendirerek din-devlet ilişkileri konusunda bir rapor bile hazırlattı.

Konuşmalarında, bir yandan Fransa'da yaşanan dinlerin sayısının artmasıyla "laikliğin sosyal bir barışın şartı" haline geldiğini belirten Sarkozy, diğer yandan Fransız tarihine damgasını vuran, dini düşman olarak gören 'kavgacı laikliği' eleştirdi. Buna karşın "pozitif bir laiklik" isteyen Fransız lider, bu laikliği "bir yandan düşünce özgürlüğünü, inanma veya inanmama özgürlüğünü gözetleyen; ama dini tehdit olarak değil, fırsat olarak gören" bir anlayış olarak tanımladı. Sağcı olmasına rağmen Jacques Chirac döneminde Fransa, Avrupa Anayasası'na Avrupa'nın Hıristiyan mirasıyla ilgili ifadelerin konulmasını engellemişti. Sarkozy ise tam tersine, Hıristiyan kökleri hatırlatmakla yetinmeyip, "bir yandan olgunluğuna eren laikliği savunarak, Fransa'nın Hıristiyan köklerini üstlenmesini ve hatta bu kökleri değerli kılmayı" talep etti. "Kırsal bölgelerdeki kiliselerin cemaatsiz kalmasının, papaz kıtlığının, banliyölerdeki manevi çöllüğün Fransızları daha fazla mutlu etmediğini" dile getiren Sarkozy, inançlı bir insanın ümitli birisi olduğunu belirterek "ümitli insanların çok olmasının ise Cumhuriyet'in çıkarına olduğunu" kaydetti.

Cumhuriyet'in din kaynaklı ahlaka da ihtiyaç duyduğuna dikkat çeken Fransız lider, "Sonsuzluk arzusunu karşılayan bir ümide dayanmayan laik ahlakın, her zaman tükenme veya radikalleşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu" ve "İlahi bağlardan yoksun bir ahlakın tarihi olasılıklara ve kolaycılığa daha açık olduğunu" savundu.

Din-laiklik savaşının sonu mu?

Sarkozy'nin, Le Monde gazetesinin "Roma'da kimse bu kadarını beklemiyordu" şeklinde yorumladığı bu ifadeleri Fransa'da anında tepkilere yol açtı. Cumhurbaşkanı'nı "bilgisizlikle" suçlayan anamuhalefetteki Sosyalist Parti'nin lideri François Hollande, bunların "en kilise yanlısı sağın sürekli tekrar ettiği nakarat" olduğunu belirterek, Sarkozy'yi "siyasetle dini karıştırmakla" eleştirdi. Sol-Yeşillerin önde gelen isimlerinden Dominique Voynet ise "bunun büyük bir geriye dönüş olduğunu ve Cumhuriyet'in çimentosunun sorgulandığını" iddia etti.

Fransa'da laiklik tartışmalarını yeniden alevlendiren konuyu hafta sonu nüshasının manşetine taşıyan ve iki tam sayfa ayıran Le Monde ise Sarkozy'nin "mayınlı bir alanda, hiçbir komplekse girmeksizin safını net bir şekilde seçtiğini" yazdı. Gazete, Sarkozy'nin çıkışını "Devrim ve Kilise arasındaki, 'iki Fransa'nın savaşını' sona erdirme ve laik Cumhuriyet'le Katolik Kilisesi'ni uzlaştırma girişimi" olarak yorumladı. Sarkozy'nin konuşmasını "bir çeşit pişmanlık" olarak nitelendiren La Croix gazetesi ise şimdiye kadar hiçbir Fransız liderinin "ülkesinin Katolik mirasını bu kadar güçlü savunmadığını" yazdı.

Sarkozy, Roma'daki konuşmasında, din-devlet ilişkilerini ayıran 1905 yasasının "ana dengelerinin" değiştirilmeyeceğini bildiriyor. Fakat, bunun yanında yasada bazı değişikliklerin yapılması gündemde. Sarkozy, bu konuda bir çalışma yapması için içişleri bakanlığını görevlendirdi. Bakanlığın, 2008 baharında bir rapor sunması bekleniyor. Özellikle, dini mekanların sübvansiyonu ve mezarlıklarda din ayrımına göre yer tahsis edilmesi konusundaki sorunların giderilmesi öngörülüyor. Fransa'da azınlık olan Müslümanlar ve Protestanlar, ibadet yeri konusunda büyük sorunlar yaşıyor.

@ Kraliçe Kuran dinledi

İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth, Bursa ziyareti kapsamında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül başta olmak üzere Devlet Bakanı Mehmet Aydın ile birlikte Yeşil Camii'ne gelerek burada Kuran'dan Rahman Suresi'ni dinledi.

Cami girişinde sağanak yağmur altında Bursa Valisi Şahabettin Harput ve eşi Funda Harput'un yanısıra, Bursa Müftüsü Mahmut Gündüz ve Cami Görevlileri tarafından karşılanan 2. Elizabeth camide Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Kültürü Öğretmenliği Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mehmet Emin Ay tarafından okunan Rahman Süresini dinledi.

13 Mayıs 2008 Salı

@ Müslüman düşünürlerden Lübnan uyarısı

İslam dünyasının tanınmış simaları Lübnan'daki çatışmalara son verilmesi çağrısında bulundu. Müslüman düşünürler, diyalog çağrısında bulunurken, mezhep tuzağına karşı da dikkat olunması gerektiğini belirttiler.

Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Dr. Yusuf el-Karadavi, Lübnan yaşanan çatışmanın taraflarına iç savaşa yol açabilecek kanlı çatışmalara son vermeleri çağrısında bulundu.

Taraflardan güçlerini İsrail için saklamalarını isteyen el-Karadavi, "Kahramanlık pazunu kardeşine göstermen değil, düşmanına göstermendir" dedi. Katar'ın başkenti Doha'da Cuma hutbesinde Lübnan'da yaşanan krize değinen Yusuf el-Karadavi, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve el-Müstakbel hareketi lideri SaadeEl-Hariri'den iki talebi olduğunu söyledi.

İlk talebini "çatışmaların derhal durdurulması ve kan dökülmesinin önüne geçilmesi" olarak dile getiren el-Karadavi, "Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur" ayet-i kerimesini okudu. Yusuf el-Karadavi hutbesinde ayrıca "Müslümana küfretmek fasıklık, onunla savaşmak savaşmak küfürdür" ve "Dünyanın yok olması bir Müslümanın haksız yere öldürülmesinden daha değersizdir" hadis-i şeriflerini de hatırlattı.

İkinci talebini "silahlı unsurların caddelerden geri çekilmesi ve gücün kenarda diş bileyip bekleyen düşmana saklanması" olarak ifade eden el-Karadavi, çatışmaların tek kazançlı tarafının Siyonistler olacağını söyledi.

Muhammed Mehdi Akif (İhvan-ı Müslimin “Müslüman Kardeşler” lideri): “Direnişin imajı değişmez. Değişse bile bu değişim direnişin lehinde olur. Lübnan Direnişi Lübnan'ın çıkarlarına uygun olanı belirleyebilen tek gruptur. Çünkü direniş Lübnan'ı ele geçirmek isteyen Siyonizmin ve Amerika'nın karşısındadır. Direniş de meşru bir haktır, düşmana karşıdır.”

Tarık El Beşeri (Mısırlı düşünür ve yazar): “Lübnan Hükümeti'nin Hizbullah'a ait iletişim ağını kesme kararının tek amacı, Lübnan'ı iki kere düşman işgalinden kurtaran Lübnan Direnişi'nin alt yapısını çökertmektir. Bu karar İsrail'e her türlü destek sağlayan Amerikan projesine destek anlamına geliyor… Hükümetin kararı direnişin imajını zedelemeyi amaçlamaktadır. Ancak gelişmeler bir iç savaşa kadar varmazsa bu gerçekleşmeyecektir. Askeri bir güç olan Direniş alt yapıyı temsil eden iletişim ağı olmadan faaliyetini sürdüremez.”

Ebu'l Ula Mazi (Kurulmakta olan Mısır El Vasat Partisi temsilcisi): “Bugün Lübnan'da cereyan eden olaylar bu ülkeyi bir süredir karıştırmak için fırsat kollayan dış çevrelerin eseridir. Direnişin kendini savunma babında silah kullanması belki mantıklıdır, özellikle bir direniş hareketi için bir silah mesabesinde olan iletişim ağının yok edilmesi gibi bir plan varsa. Krizin doğmasının nedeni olarak hükümetin aldığı karara rağmen muhalefetin verdiği tepkiyi henüz benimsemiş değilim. Bu tepki Arapların direnişin temiz imajıyla ilgili zihinlerinde bir bulanıklığa neden olacaktır. Maalesef siyasi bir grup olan tüm direniş hareketlerinin düştüğü çıkmaz yol budur.”

Raşid el-Gannuşi (Tunus en-Nahda Hareketi lideri): “Direniş sürekli silahını düşman İsrail'e karşı koymak için hazır tuttuğunu sık sık dile getiriyor. Kendini savunmak için içeride silah kullanma hakkı olmasına rağmen direnişin ulusal çevrelere kadar uzanma hakkı yoktur. Hizbullah'ın imajının Arap ve Dünya kamuoyunda bir parça zedelenmesi ve sarsıntıya uğraması kaçınılmazdır. Ancak halen mevcut sorunu aşmada aklın ve hikmetin galip geleceğine olan inancımızı korumaktayız.”

Abdullah Baha (Fas Adalet ve Kalkınma Partisi Parlamento Grup Başkanı): “Bugün Lübnan'da olanlar Filistin ve Irak'taki iç çatışmalardan yeterince ders alınmadığının sonucudur. Daima taraflardan biri Amerikanın bölgeye dönük ve İsrail yanlısı politikalarını ve planlarını temsil ederken diğer taraf bu politika ve planlara karşı direnen grubu temsil etmektedir. Üçüncü bir grup daha vardır ki bunlar da gelişmeleri İran'la irtibatlandırarak Arap seçeneğini gözardı ederek olayı Amerikan/Siyonizm seçeneğiyle İran seçeneğiyle sınırlandırmak istiyor. Lübnan hükümetin aldığı karar ateşe benzinle yaklaşmaksa Hizbullah'tan başka ne beklenir? Ancak verilen reaksiyonun çok güçlü olması direnişin imajının değişmesine neden olacaktır. Hizbullah'ın imajı Filistin'de İslami Direniş Hareketi Hamas ve Irak'taki direniş hareketlerinin imajı gibi etkilenecektir.”

Fatih Rubey'i (Cezayir en-Nahda Hareketi Lideri): “Biz hâlâ Hizbullah'a Amerikanın ve Siyonizmin bölgeyle ilgili planının karşısında mücadele eden Lübnan Direnişinin en büyük temsilcisi gözüyle bakıyoruz. Tüm Lübnan'ı kontrolü altına alabilecek kadar askeri gücü olmasına rağmen Hizbullah'ın şimdiye kadar mezhep çatışması yanlılarına ve şantajcılara boyun eğmediğini görüyoruz. Temennimiz direniş silahının Siyonist düşmana karşı çevrilmiş olarak devam etmesi ve Hizbullah liderliğinin Arap Halklarının özlemlerine layık durması ve krizi kendisinden alıştığımız hikmetle çözmesidir.”

Muhmmed Buleyhe (Cezayir Ulusal Reform Hareketi Lideri): “Hizbullah'a bakış açımız kesinlikle değişmedi. Hizbullah Amerikanın ve Siyonizmin Ortadoğu'ya yönelik planlarını bozguna uğratmaya çalışan bir direniş partisidir. 2006'da Hizbullah'ın direnişi olmasaydı İsrail Lübnan'ı ele geçirecekti. Dolayısıyla İsrail'e çevrili olduğu müddetçe Hizbullah'ın silah bırakmama kararını destekliyoruz. Lübnan'da cereyan eden gelişmelerin Arap ve Müslümanların eliyle gerçekleştirilmeye çalışılan İsrail ve Amerikanın bir savaşı olduğuna inanıyoruz. Çatışmalar, Amerika ve İsrail tarafından çıkarılırken maalesef idaresi Arap ve Müslümanların eline veriliyor.”

@ Masonların, adalet sistemindeki etkisi...

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Üstad'ı Kaya Paşakay hakkındaki yolsuzluk dosyası ne hukuk dinliyor ne adalet.. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası'nda 2006 yılında başlayan yolsuzluk tartışması bitmek bilmiyor. Dernek statüsündeki locada 320 bin YTL yolsuzluk tespit eden Mülkiye müfettişleri, Büyük Üstad Kaya Paşakay ile 2 üst yöneticinin yargılanmasını istedi. Ancak savcılığa yapılan suç duyurusu, aradan 18 ay geçmesine rağmen hâlâ işleme konulmadı. Kendi disiplin kurallarını uygulayan loca ise usulsüz harcamayla itham edilen Kaya Paşakay, Genel Sekreter Koray Darga ve Genel Sayman Prof. Dr. Ali Sait Sevgener'i Mart 2006'da ihraç etti.

Bu karara imza atan dönemin büyük üstadı Asım Akin'in avukatı Ferda Çelebi, yolsuzlukla ilgili dosyanın 28 Eylül 2006'dan beri Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'nda beklediğini vurguluyor. Çelebi, "Bu kadar süre içinde hiçbir işlem yapılmaması anormal bir durum." iddiasında bulunuyor.

Locadaki karşılıklı suçlamalar, 2 yıl önce medyaya yansımıştı. Haberlere konu olan yolsuzluk iddiaları üzerine İçişleri Bakanlığı Müfettişi İbrahim Kapaklıkaya locayı denetleyerek, 2 ayrı tevdi raporu ile Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunmuştu. Ancak aradan bir buçuk yıl geçmesine rağmen ne dava açıldı ne de Paşakay ile diğer şüphelilerin ifadesine başvuruldu.

Paşakay'ı yolsuzluk iddiasıyla locadan ihraç eden dönemin Büyük Üstadı Asım Akin'in avukatı Ferda Çelebi, "Dosya 28 Eylül 2006'dan beri bekletiliyor. Bu kadar uzun süre hiçbir işlem yapılmaksızın beklenmesi anormal bir durum." diyor. İhraç edilen masonlardan A. Sait Sevgener ise, "Savcının ifademize başvurması lehimize olur. Çünkü müfettiş raporlarındaki hususlardan bizim bir endişemiz yok." diye konuşuyor. Loca'da geçtiğimiz yıl yapılan genel kurulda Paşakay'a yakın olduğu belirtilen Salih Evcilerli, Büyük Üstad seçilmişti. Paşakay karşıtları, yolsuzluk konusunda somut bir mahkeme kararı bulunmaması sebebiyle 3 üst düzey 'birader'e iade-i itibar yolunun açılmasından endişe ediyor.

@ Dindar futbolcu Kaka...

Ünlü Time dergisi, Hz İsa'ya sevgisini her yerde açıklamaktan çekinmeyen yıldız futbolcu Kaka'yı dünyayı etkileyen 100 isim listesine aldı. Dergi yıldız futbolcuya övgü yağdırdı.

Dergi Milanlı futbolcunun dini ve insani çalışmalarından övgü ile söz etti. Tanıtım yazısında, genç yaştaki futbolcuların ilgisinin daha çok kadın ve arabaya olduğunu belirten dergi, futbol sahalarında kendini pozitif değerleri yaymaya adayan birini görmek şaşırtıcı, görüşüne yer verdi.

Brezilyalı ünlü futbol yıldızı Kaka, Time dergisinin 2008 yılının en etkili 100 ismi arasına girdi. "Kahramanlar ve Öncüler" kategorisinde Kaka'yı da gösteren Time, ünlü futbolcuyu, "inancını korkmadan açıklayan yıldız" sözleri ile okurlarına lanse etti. İngiliz takımı Fulham ve ABD Milli takımının golcüsü Kasey Keller tarafından kaleme alınan yazıda, Brezilyalı futbolcunun Milli Takım ve Milan'daki başarılı kariyerine yer verildi. Kaka'nın Hz İsa'ya olan bağlılığı ve dini çalışmalarından övgü ile bahseden Keller, "Futbol sahaları dini desteklemek için doğru bir yer mi diye sorulabilir. Ama bu yaştaki profesyonel sporcuların ilgisi daha çok araba ve kadın üzerine. Kendisini dünyayı pozitif etkilemeye adayan birini görmek şaşırtıcı." dedi.

FIFA tarafından 2007 yılında dünyada yılın futbolcusu seçilen ve aldığı ödülü sergilenmesi için ülkesi Brezilya'nın Sao Paulo şehrindeki bir kiliseye ödünç veren Kaka için Keller, "iyi bir futbolcu olmanın ötesinde meziyetleri var. " ifadelerini kullandı. Kaka'nın kendisini dine adadığı belirtilen yazıda, ünlü futbolcunun inancını her yerle korkusuzca açıkladığı vurgulandı. Yazıda," Kaka, 2004 yılında BM dünya Gıda Programının en genç temsilcisi oldu. İnancını açıkça ifade etti. Evanjelist Hristiyan olan Kaka futbolu bıraktıktan sonra da dine hizmet edeceğini açıkladı. Geçen sene kazanılan Avrupa Şampiyonlar Ligi final maçından sonra formasını çıkararak altındaki " Ben İsa'ya aidim" yazısını tribünlere gösterdi." ifadeleri yer aldı.

Time'ın dünyayı etkileyen 100 kişi listesine aldığı Kaka ise "Milan Channel" adlı İtalyan televizyonuna yaptığı açıklamada, "bu benim için mükemmel bir an" dedi. Futbolcuların sorumlulukları olduğunu belirten Kaka, "Kendimi iyi bir mesaj verici olarak olarak hissediyor muyum? Evet. Bu bizim oyuncuların üzerine alması gereken bir sorumluluk. Çünkü futbol dünyadaki en yaygın spor. Herkes izliyor ve oyunları takip ediyor, onun için oyuncuların görevleri ve pozitif değerleri taşıma sorumlulukları var." diye konuştu.

Milan'ın ünlü yıldızı Kaka (Ricardo Izecson dos Santos Leite) Hz. İsa'ya olan sevgisini her yerde dile getiriyor. Kaka, kendisini "Tanrı'nın rızasını arayan birisi." olarak tarif ediyor. Genç futbolcu, attığı her gol sonrasında kollarını göğe kaldırmasıyla tanınıyor. Üyesi bulunduğu İsa'nın Sporcuları Derneği'ne sürekli bağışta bulunan Kaka, dini çalışmaları ile takdir topluyor. Yıldız futbolcu, UEFA Dünya Kulüplerarası Futbol Şampiyonası'nda AC Milan'ın, Boca Juniors'u yenmesinden sonra, formasını kaldırıp, "İsa'ya aidim" yazılı tişörtünü göstermiş, daha sonra da bu tişörtü Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva'ya hediye etmişti.

Time'ın Kaka'nın kategorisinde seçtiği isimler arasında bisikletçi Lance Armstrong, tenis oyuncusu Andre Agassi ve Oscar Pistorius da bulunuyor.