27 Temmuz 2009 Pazartesi

@ The Guardian: Türkler izin vermiyor!

İngiliz The Guardian gazetesi, Avrupa'da radikal İslamcı akımların oluşmasının inancını kaybettiğini, bu noktada Türklerin aşırı radikal bir İslamcı inancın oluşumuna kuvvetli bir şekilde direndiğine dikkat çekti. The Guardian'ın Pazar günleri The Observer adıyla yayınlanan gazetesinde "Avrupa'da radikal oluşumlar solmaya başlıyor" başlığıyla yer alan haberde yıllar önce Madrid ve Londra'da yaşanan terör saldırıları ile Hz Muhammed'i (s.a.s) tasvir eden karikatürlerin ardından bütün Avrupa'nın radikal İslamcı oluşumların yükseleceğini beklediğini; ancak bugün tam tersinin görüldüğünü vurguladı.

The Observer ayrıca, 2005 yılında Fransa'da başlayan Afrikalı göçmenlerin isyan olaylarını ardından dünyaca ünlü çok sayıda tarihçinin Avrupa'nın gelecekte büyük İslamcı olaylara gebe olduğunu ve hatta tarihçi Bernard Lewis'in "Avrupa İslamlaşacak" dediğini hatırlattı. Ancak her şeyin beklendiği gibi olmadığının altını çizen gazete, Avrupa'da radikal bir akımın oluşmasının önündeki en büyük direnişin Türk asıllı göçmenlerin oluşturduğunu yazdı.

Haberde yer alan ve Avrupa genelinde yapılan bir anket araştırmasında "Avrupa ülkelerinde sivilleri hedef alan bir saldırı sizce haklı çıkarı var mıdır?" sorusuna Fransa'da yaşayan Müslümanların yüzde 82'sinin, Almanya'daki Müslüman nüfusun ise yüzde 91'inin "hayır" dediği ortaya çıktı. Araştırmayı yapana Gallup şirketi yetkililerinden Magali Rheault, "Bu sonuçlar son bir kaç yıldır aynı seviyede. Müslüman halk ile aşırı grupların birbirinden ayırmak çok önemli. Müslüman halk aşırı radikal grupların davranışlarından çok uzak." yorumunu yaptı.

Bu arada İngiltere'de olası bir terör saldırısına karşı alarm seviyesinin "güçlü" seviyesinden olması ihtimaller dahilinde olan "önemli ihtimal" seviyesine indirildiğini yazan gazete, bunun oluşmasında İngiltere'de yaşayan Müslümanların aşırı radikal gruplara karşı gösterdikleri duruşun da önemli etkenler arasında yer aldığı ifadelerini kullandı.

Haberde Türklerin Avrupa'daki sosyal hayata olan etkisini de ele alan gazete, Hollanda gizli servisi tarafından yakın zaman önce yapılan bir araştırmada özellikle Avrupa'daki Türk toplumunun kıtada İslamcı radikal grupların oluşmasına karşı bir panzehir görevi üstlendiğine işaret etti. Gizli servisin araştırmasında ayrıca, yakın ve orta vadede mevcut aşırı grupların Türk toplumu içinde kabul görmeyeceği de vurgulandı.

24 Temmuz 2009 Cuma

@ The Economist'den Türkiye'ye övgüler...

İngiliz The Economist dergisi, bu haftaki sayısında Türkiye'nin dış politikasına geniş yer ayırdı. Türkiye'nin dışarıdaki gücü için "babalarından kalma rüya" tabirini kullanan dergi, Ankara'nın Arap dünyası, İsrail, İran, Amerika ve Avrupa ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olduğunun altını çizdi. The Economist, Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un Türkiye için kullandığı "dünyanın yükselen yeni küresel gücü" tabirine dikkat çekti.

İran'daki seçimlerin hemen ardından Türkiye'nin Mahmud Ahmedinejad'ı kutlayan ilk ülkelerden biri olduğunu vurgulayan derginin haberinde, bunun, Türkiye'nin bazı kesimlerce batı dünyasına sırtını döndüğüne yönelik bir işaret olarak algılandığını yazdı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, "İnsanlar sadece olayların bir yanını görüyor" sözlerine dikkat çeken The Economist, şu yorumu kullandı: "Türkiye'nin İran ile olan iyi ilişkileri, Batı dünyasının da işine yarıyor. Örneğin İngiltere'nin Tahran Büyükelçiliği'nde göz altına alınan İngiliz diplomatların serbest bırakılmasındaa Türkiye'nin payı büyüktü. Bunun yanı sıra Amerikalı askerler tarafından 2007 yılında Irak'ta yakalanan 5 İranlı diplomatın da serbest bırakılmasında da Türkiye'nin payı yine büyük"

The Economist, Türkiye'nin İsrail ile de ilişkileri iyi olan nadir Müslüman ülkelerden biri olduğunu, Uygur Türkleri konusunda Çin'e kafa tuttuğunu, ve bölgesinde ağırlığı olan bir ülke olması hasebiyle Amerikan Başkanı Obama'nın ziyaret ettiği ilk Müslüman ülke olduğunu yazdı.

"DAVUTOĞLU, EN ETKİLİ DIŞİŞLERİ BAKANLARINDAN BİRİ"

Haberinde sık sık Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nu metheden The Economist, Davutoğlu'nun Türk Dış Politikası'nın mimarlarından biri olduğunu yazdı. Davuoğlu'nun Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en etkili dışişleri bakanlarından biri olduğuna dikkat çeken The Economist, "Davuoğlu'nun stratejisi iki temel üzerine kurulu. Bunlardan biri 'komşu ülkelerle sıfır problem', diğeri ise 'stratejik derinlik" ifadelerine yer verdi. Haberde, "Türkiye, her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan ülkelerle sıkı işbirliği içine girmiş olsa da, bunlardan hiç biri ülkeyi Avrupa Birliği'nden uzaklaştırmadı" denildi. Davutoğlu'nun, Fransa ve Almanya'nın Türkiye'ye karşı takındığı tavırlardan etkilenmediğini yazan The Economist, Davutoğlu'nun, "Bunlara kızmak, şikayet etmek yerine bu ülkelerle iş birliğine gitmeliyiz" sözlerine yer verdi.

"Fransa ve Almanya, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne limanlarını açmayan Türkiye'yle Avrupa Birliği üyelik görüşmelerini dondurur mu?" sorusunu soran The Economist, "Türk siyasiler, Türkiye'den çok Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı olduğu görüşündeler. En son Türkiye'den geçecek olan Nabucco projesinin imzalanması bu inancı daha da pekiştirdi" yorumunu yaptı.

"TÜRKİYE'NİN STRATEJİK KONUMU, BİR KEZ DAHA GÜCÜNÜ KANITLADI"

Türkiye'nin stratejik konumunun, bölgesinde istikrar için bir güvence olduğuna işaret eden The Economist, Amerikan askerlerinin Irak'tan çekilmesi için geri sayım başlarken, Türkiye'nin Arap ve Kürt kökenli topluluklar arasında çıkması muhtemel bir çatışmayı önlemeye çalıştığını yazdı.

Son olarak Davutoğlu'nun ABD ile son derece iyi ilişkilere sahip oldukları yönündeki açıklamalarını haberine taşıyan The Economist, batılı bir diplomatın, "Ne zaman olay Türkiye-Ermenistan ilişkilerine gelse, her zaman kazanan taraf Türkiye oluyor" sözlerini aktardı.

23 Temmuz 2009 Perşembe

@ Endonezya'dan Hilafet çağrısı...

Hizb-ut Tahrir cemaatinin Endonezya’nın başkenti Cakarta'da düzenlediği Uluslararası Ulema Konferansı’nda konuşan binlerce ulema hilafet çağrısı yaptı.

Hizbu't Tahrir hareketinin Endonezya'nın başkenti Cakarta'da düzenlendiği Hilafet konferansına binlerce alim ve düşünür katıldı. "Uluslararası Ulema Konferansı" adıyla düzenlenen toplantıda katılımcılar, İslami Hilafet Devleti'nin yeniden kurulması için desteklerini bildirdi.

Cakarta'da toplanan onbin katılımcı arasında Endonezya, Malezya, Lübnan, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Türkiye, Filistin ve Cezayir'den İslam bilginleri de vardı. Türkiye'den toplantıya 8 kişinin katıldığı belirtildi.

Ulema tarafından imzalanan sonuç bildirgesinde İslam'ın ve Müslümanların izzetini ve şerefini tekrar ayağa kaldıracak, sorunlarını en doğru şekilde çözecek ve İslam'ın kutsiyetini tüm dünyaya yayacak tek yolun Hilafet Devleti'ni kurmaktan geçtiği bildirildi.

Katılımcılar ayrıca peygamberlerin takipçileri olarak Hilafet'in yeniden tesisi için çalışmanın ve insanları korumanın, onlara rehber olmanın kendilerinin bir görevi olduğunu da ifade etti.

Konferansta ayrıca Hizb-ut Tahrir lideri Şeyh Ata Ebu Reşta da bir konuşma yaptı.

@ Büyük resmi görmeyi deneyelim!

Yiğit Bulut'un bugünkü makalesini aşağıda okuyabilirsiniz:

Yazımın başlığı, "Büyük resmi görmeyi deneyelim" şeklindeydi ama "okunacakların ilk olduğuna" vurgu yapmak adına değiştirdim...

Konuya dün başladım, bugün kaldığım yerden devam edeceğim...

Okuduklarınız karşısında "çok şaşırabilir", hatta "Bu kadarı da fazla" diyebilirsiniz.

Sevgili dostlarım, ne deseniz, ne düşünseniz, bana ilk etapta tepki de verseniz; gördüğüm, hissettiğim "bazı şeyleri" sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hatırlarsanız geçtiğimiz haftalarda "Kuzey Irak, Türkiye'ye katılmak" istiyor algılamasının "odak" olduğu bir haber çıktı ve günlerce gazete köşelerinde, televizyonlarda "Olabilir mi" sorusuna cevap aradık. En önemlisi, hiç tartışmadığımız "detayları" tartıştık. Bazılarımızın "hoşuna bile gitti"! Genişleyen toprakları ile "yeni ve büyük Türkiye"!

Bu "haberi" siyasi otoritenin yürüttüğü ama net olarak ortaya koymadığı "açılımı" desteklemek "amacında" görenler oldu, tam tersi bunları "Açılımları engellemek için yapıyorlar" diyenler de çıktı. Sonuç değişmedi; ilk defa böyle bir "tez" tartışılır hale geldi. Bir not düşeyim; konu hakkında pazartesi günü, büyük bir gazetede bir dostumuz şöyle yazmış: "Kuzey Irak, Bağdat'a değil, Ankara'ya bakıyor!"

***

Sevgili dostlar, çok kısa bir süre içinde "Dışişleri Bakanımız Davutoğlu", Kuzey Irak'a gidecek ve oradaki "yetkililer" ile "eş kabine" toplantısı düzenleyecek. Burada bir not düşeyim; Kuzey Irak "artık" Türkiye'ye gerçekten daha yakın! Yabancılar ile iş yapan bazı işadamları, çok hızlı kararlar alarak Kuzey Irak'ta petrol çıkarmaya başladılar! Bugüne kadar "Oraya para yatırılır mı" diyenler, şimdi oraya para akıtıyorlar.

Şimdi "bakış açımızı" biraz değiştirelim ve "Türkiye-Ermenistan-Azerbaycan" çizgisine bakalım...

Türkiye ile Ermenistan arasındaki "ilişkinin düzelmesi" hatırlarsanız, ABD Başkanı "seviyesinde" ele alınmış ve Obama'nın devreye girdiği bu denklem, AB'den de "destek" görmüştü. Bu yapılırken özellikle Azeriler ile aramızın açılmaması için yoğun çaba sarf edilmiş ve AB için önemli olan "Azeri gazı" tehlikeye atılmadan konu gündeme gelmişti. Burada bir not: Azeriler ile aramızda kullandığımız slogan basit: Tek millet, iki devlet!
Sevgili dostlar, yukarıda yazdıklarıma ilişkin sizler de "yüzlerce detay" bulabilirsiniz. Teferruatta boğulmadan "öze" gelelim ve "büyük resmi" çizmeye başlayalım.

Diyeceksiniz ki; "çok zor değil", zaten köşe yazarları ve siyasetçiler de gündeme getirdi; "Kuzey Irak'ın da içinde olduğu bir federasyon" fikrine kamuoyu alıştırılmak isteniyor olabilir. Konu bununla "sınırlıysa" haklısınız, yazdıklarımızda "yeni bir şey yok". Ama ben konunun "bu kadar basit" olduğunu düşünmüyorum. Resme biraz daha büyük bakın ve şöyle bir soruya cevap arayın: Avrupa sınırından başlayan ve Orta Asya'ya Azerbaycan ile giren, Hazar'a kıyısı olan ve Kuzey Irak ile iran'ın "bir bölümünü" de içine alan bir "yapı" tek elden yönetilseydi, "yeni dünya düzeni" için nasıl olurdu?

Daha açık yazayım: Türkiye, Azerbaycan, Kuzey Irak ve bölünen iran'ın bir bölümünü "kapsayan", dört tarafı denizlerle çevrili, Hazar'a çıkmış bir "konfederasyon"!

Bir detay daha var: AB "yeni Batı Roma ise", Doğuda "daha güçlü bir karşıt parçaya" ihtiyaç yok mu?

***

Sevgili dostlar, bü soru size "hayal" gelmesin. AB'den gelen, özellikle "Sarkozy ve Merkel'ih" sizin yeriniz "bulunduğunuz bölgede yeni bir birlik" açıklamalarının detayları, iran içinde yaratılan seçim sonrası karışıklık ile bölünme yolunda ilk kıvılcımların denenmesi, Kuzey Irak'ta "yaratılan hava" ve daha birçok detay; "acaba" sorusunu güçlendiriyor...

Daha açık yazayım; ilk duyduğumda benim de "hayal" dediğim ama özellikle dışarıdan içeriye yaşananları analiz edince; böyle bir "proje var mı" gerçekten noktasına takıldığım bir tez!

Sevgili dostlar, bu tezi ben "bulmadım" veya "aklıma geldiği" için yazmadım...

Çok güvendiğim ve özellikle Amerika'da askeri çevreler ve düşünce kuruluşları için "itibar sahibi" olarak nitelendirebileceğim akademisyen bir dostum ile "konuşurken" gündeme geldi. Onun havasından, bunların "gündeme geldiğini" ve birileri için "gayet doğal" bir yapı içinde konuşulduğunu anladım.

Sizden ricam, bu yazıyı okurken "bugünden yarını" düşünmeyin!

Sevgili dostlar, böyle bir yapıyı, birileri "bugün için değil" ama gelecek 20 yıl için "bazı yerlerde" konuşuyorlar. Sorguluyorlar. Yeni dünya düzenini kurarken "acaba" diyorlar. Onlar bunların üzerinde duruyorlarsa, Türk kamuoyunun da "bilmek hakkıdır" diye düşünüyorum...

Son soru: Bu "projeye" içeride kimler karşı çıkar? Kimleri "şimdiden bastırmak" gerekir!

@ Ingiliz gözüyle Türkiye dış politikalari...

Chatham House olarak bilinen İngiltere’deki Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsünün Müdürü Robin Niblett, dış politikada Türkiye’nin, aynı anda birçok yerde etkili olmaya çalışmak gibi bir riskle karşı karşıya olduğunu belirterek, bazı odaklanma alanları belirlemenin, Türkiye’nin daha etkin olmasını sağlayabileceği görüşünü dile getirdi. Bugün kendisini stratejik olarak son derece önemli bir bölgede bulan Türkiye’nin, en ilginç jeopolitik sorunların kesişme noktasında olduğunu keşfettiğini söyleyen Niblett, Türkiye’nin özellikle son 2-3 yıldır üstlendiği aktif dış politikanın yanı sıra iç politikasındaki gelişmeler ile uzun vadede gerçekten güçlü bir dış politika rolü üstlenme kapasitesi arasındaki karşılıklı etkileşimle yakından ilgilendiklerini kaydetti.
Türkiye’nin bölgesindeki anlaşmazlıklarda arabuluculuk rolü üstlenmeye yönelik girişimleri konusunda da Niblett şunları kaydetti: ‘’Bana kalırsa Türkiye’nin karşı karşıya olduğu risk, aynı anda birçok yerde etkili olmaya çalışması. Çin, Suriye, Gazze, Irak, Afganistan-Pakistan meselesi... Bu kadar dış politika aktivizmini sürdürebilmek, derin diplomatik kapasite gerektiriyor. Bence bu olumlu bir istek ve Türkiye’nin oynayabileceği rolün çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak bunları nasıl yönettiği, bu farklı zorluklar arasında enerjisini nasıl paylaştırdığı konusu çok ilginç olacaktır. Türkiye bu anlamda bazı konularda daha destekleyici bir rol üstlenirken bazılarında daha aktif rol oynamayı isteyebilir. Bu aşamada bazı odaklanma alanları belirlemenin daha etkin olmasını sağlayabileceğini düşünüyorum. Belki Suriye ile kuzey Irak ve Irak’ın istikrar kazanması odaklanılacak iki alan olabilir. Bu sırada ABD de örneğin Arap-İsrail meselesinde daha aktif bir rol oynayabilir.’’ Niblett, Türkiye’nin, özellikle de ekonomik potansiyeli dolayısıyla Karadeniz ve Kafkaslar bölgesinde de oldukça güçlü bir aktör olabileceğine işaret ederek, ‘’Türkiye’nin değişim yaratacak güçlü bir ülkeden çok, diğerlerinin anlaşmaya varmasına yardımcı olacak dürüst bir aracı olarak görüldüğünü düşünüyorum. Bu çok farklı bir rol. Bu, bir dönem ABD’nin oynayabildiği ama Bush döneminde uzaklaştığı bir rol’’ diye konuştu. Londra / aa

@ Avrupa Birliği'nde dinin rolü ne kadar

Bir ekonomik topluluk olarak kurulan AB, 27 üyeli bir siyasi birliğe dönüştü. Peki, Avrupayı ve birliğe üye ülkeleri özünde bir arada tutan ortak değerler hangileri?

Bu soruyu yanıtlayan Köln Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk Profesörü olan Bernhard Kempen, Avrupa Birliği’nin öncelikle kamusal açıdan kurumsallaştırılmış, insan onurunun güvence altına alındığı, bireysel ve temel medeni hakların en önemli değerler olarak benimsendiği bir yapı olduğuna dikkat çekiyor.
Bununla birlikte Kempen, birliğin dini özgürlüklerin korunduğu ve kiliselerin kendilerini yönetebilmelerine izin verilen bir zemini olduğuna dikkat çekiyor. Hukukçu Kempen, “Tanrısız bir topluluk benim düşünemeyeceğim bir durum. Gayet tabi ki birlik içindeki semavi bağı korumak durumundayız. Aksi takdirde birlik içerden çöker” diyor.
Dini mirasla ne kastediliyor?
Tanrı sözcüğü Avrupa Anayasası’na girmedi. Lizbon Antlaşması’nda da bunun yerine “dini mirastan” söz edildi. Bu muğlâk bir ifade. Hiçbir şeyi dışlamadığı gibi ne içerdiği de belirsiz. Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslam olabilir. Hıristiyanlar, Lizbon Antlaşması’nda Tanrı’ya atıf yapılmasının yanı sıra Avrupa’nın Hıristiyan temellerine dikkat çekilmesini istemişlerdi. Papa II. Johannes Paul, Hıristiyanlığı Avrupa’nın anadili olarak tanımlamıştı.
Köln Üniversitesi'nde kilise hukukçusu olan Profesör Stefan Muckel, Hıristiyanların Avrupa Birliği’nden beklentilerini şu sözlerle aktarıyor:
“Avrupa’nın yeni antlaşmasının giriş bölümü Hıristiyanların beklentisine yanıt vermiyor. Ancak şu da kabul edilmeli. Lizbon sonrası, bugüne kadar olduğundan çok daha farklı olarak, Avrupa hukukunda kilise ve dini toplulukların hukuki statüleri kadar bireysel dini haklarını da çok kapsamlı bir şekilde korumaya dönük çok çeşitli karar alma süreçleri olacaktır.”
AB diyalog öngörüyor
Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Avrupa Birliği açısından kiliselerle dini topluluklar özellikle Avrupa'nın bütünleşmesi bakımından vazgeçilmez ortaklar konumundalar. Hatta Lizbon Antlaşması, birliğin kilise ve dini topluluklarla açık, şeffaf ve düzenli bir diyalog yürütmesini öngörüyor. Bununla birlikte bu diyalogun esasları ayrıntılı bir şekilde belirtilmiyor.
Erfurt Üniversitesi'nden Teolog Christof Mandry ise şu görüşü savunuyor:
“Avrupa'ya ve dini mirasa nelerin dâhil olduğunu söylemek sadece tarihle ilgili bir konu değil. Avrupa'ya nelerin ait olacağı, aynı zamanda geleceği de ilgilendiren siyasi bir konu. Bu nedenle Avrupa bilincine ve siyasi birliğine uyum sağlamanın, Müslümanları da ilgilendiren bir konu olduğunu ve bu özdeşleşme imkânının onlara da tanınması gerektiğini, kabul edilebilir buluyorum.”
Özetle Lizbon Antlaşması'nda yer alan dini miras ifadesi birliğin gelişiminde açık kapı bırakıyor. Bu nedenle Avrupa değişime açık bir zemine sahip. Kaynak: http://www.8sutun.com

22 Temmuz 2009 Çarşamba

@ 21. yüzyılda batı dünyası Allah’a yöneliyor...

21. yüzyılda Batı dünyası hızla ateizm saplantısından kurtulup Allah’a yöneliyor. Dış basında sürekli ünlü politikacıların, yazarların, sanatçıların inançlı olduklarını nasıl ifade ettiklerini okuyoruz. Bu sözlerden örnekler vermek istiyorum:

MADELEINE ALBRIGHT, Eski ABD Dışişleri Bakanı:
"Geçen sene devletin internet sayfasında "Amerika'da İslam" başlıklı bir bölüm açılmasından memnuniyet duyuyorum. Bunun amacı herkesin İslam'ın Amerikan hayatındaki pozitif gücünü görmesini sağlamak..." 1

PRENS CHARLES, İngiltere Prensi:
".Kontrolden çıkan modern materyalizm çağında Batı'nın İslam dininden öğreneceği çok şey olduğunu söyleyen Prens Charles, tahrip edilen masumiyetin ve kaybolan tevhidi kainat anlayışının İslam'ın katkısıyla yeni bir boyut kazanabileceğini açıklıyordu."2

Londra'nın batısındaki ilk resmi İslami okulu ziyaret eden Prens Charles, dinin topluma kazandırdıklarının çok önemli olduğuna dikkat çekmiştir: "İslam dininin toplumumuza kazandırdığı değerleri takdir ediyor ve bundan memnunluk duyuyoruz."

Jean-Claude Van Damme, sinema oyuncusu:
Allah'a çok uzun zamandır inanıyorum. Ancak birkaç senedir Allah'ı seviyorum. Bazı insanlar bunu duymak istemiyorlar. Çok güçlü ve oldukça iyi bir şekilde geri döndüm. İyi bir insan olmak için elimden gelenin en iyisini yapacağım." Ve Van Damme aksiyon filmlerini seyredenler için bazı haberler veriyor: "dövüş sahnelerinin çoğu etki altında yapıldı." "Tüm aksiyon sahnelerini hastayken yaptım" diyor Van Damme, hap kullandığını kastederek. "Uyku haplarına bağımlı olmuştum". İyileşmesini Allah'ın yardımına ve rehabilitasyon merkezine bağlıyor...3

Jennifer Aniston, sinema oyuncusu:
"... Allah'a inanıyorum. Bizim güçlü olduğumuzu ve tüm bunları da kendi kendimize yaptığımızı sanmıyorum..."4

Kirk Douglas, sinema oyuncusu:
"Geçirdiğim felcin en önemli sonuçlarından biri Allah'a olan inancımı bir kez daha göstermiş olması. Felçten sonra fark ettim ki, konuşabilme mucizesini artık bir lütuf olarak görüyorum..."5

Denzel Washington, sinema oyuncusu:
"... Benim için önemli olan şeyler kafamda çok açık: Allah, aile... Bu sırayla... Bu Allah'ın planı, benim değil... Dünyanın bütün ağırlığını her gece yatağıma taşımak zorunda değilim. Bunun yerine duamı ediyorum ve güzelce uyuyorum..."6

"...Allah'ın elini hayatımda hissettim ve bundan hiç şüphem yok... Eşim oldukça dindar... Tüm duaları biliyor... Çocuklara da duaları öğretti ve şimdi benden daha çok dua biliyorlar!... Geçen akşam bir arkadaşımız bize yemeğe geldi ve hepimiz yemekten önce şükür duası yaptık... Çocuklar İncil'den ezbere bildikleri dört duayı okuduktan sonra..."7

Gwyneth Paltrow, sinema oyuncusu:
Ben kadere inanırım ve herşeyin olması gerektiği gibi olduğuna inanırım. Hiçbir şey kaza sonucu olmaz."8

Arnold Schwarzenegger, sinema oyuncusu:
Arnold Schwarzenegger: Ben Allah'a inanırım ve bu yüzden ... şeytana da inanırım. ... hepimiz iyiye ve kötüye inansak daha iyiye gideriz. Bu hergün başımıza gelen birşey. Aklınıza kötü düşünceler gelir. İyiyi mi seçmelisiniz yoksa kötüyü mü?

Şeytanın yapacağı hiçbir teklif beni ayartamaz. Yapacağı her teklif geçici bir zevk olacaktır. İyi ve güzel olan şeyler aynı zamanda geri de tepebilir. Bu yüzden kolay yolu seçmemelisiniz. Amacınızı belirleyip hiçbir şeyin sizi yoldan çıkarmasına izin vermemelisiniz."9

Shakira:
"Allah'a teşekkür ederim. Çünkü bu bana ALLAH'tan bir hediye..." (Latin Müzik Ödülleri Töreni Konuşması 2000)

Sinéad O'Connor:
"...Allah'a bana yardım etmesi için yalvarırdım. Ve Allah bana yardım etti, bana sesimi, içgüdülerimi ve hislerimi verdi. İçimizde olan Allah'tır."10

A.J. McLean (Back Street Boys Grubu):
A.J. McLean: "Allah... Allah'tan herşeyi isteyebilirsiniz. Eğer ailenizle konuşamıyorsanız, aileniz veya arkadaşlarınız yoksa, daima Allah'la konuşabilirsiniz. Her zaman huzuru bu şekilde bulabilirsiniz... Allah bizi birarada tuttu, bize güç verdi. Bizi daha uzun süre birarada göreceksiniz çünkü biz inançlıyız ve biz her zaman Allah'a yakın olduk."11

Müslümanlar dünyanın en hızlı büyüyen grubu... " (USA TODAY, Nüfus referans bürosu, 17 Şubat 1989, s.4A)

"İslam Kuzey Amerika'da en hızlı büyüyen din..." (TIMES MAGAZINE )

"İslam Amerika'da büyümeye devam ediyor, hiçkimse bundan şüphe etmiyor!" (CNN, 15 Aralık, 1995)

Hillary Clinton: "İslam Amerika'da en hızlı büyüyen din. Birçok insanımız için bir yol gösterici ve denge unsuru." (LOS ANGELES TIMES, 31 Mayıs 1996, s.3)

İngiltere'nin ünlü gazetesi Daily Telegraph'da 23 Aralık 1997'de yayınlanan bir makalenin başlığı şuydu: "Amerikan Anketlerinde Sonuç Allah'a Dönüş". Bu makalenin önemli bölümleri şöyledir: "Amerika, dini inançta güçlü bir dirilme yaşıyor. Son on yılda Allah'a ve mucizelerin varlığına inanan insanların yüzdesi çok fazla arttı... Sonuç olarak tüm zamanların en yoğun şiddet ve uyuşturucu bağımlılığıyla birlikte daha fazla sayıdaki insan bir sığınak olarak kiliselere dönüyor."12

Kaynak: http://www.batidunyasi.com

1 http://usinfo.state.gov/usa/islam/s122000.htm
2 Aksiyon Dergisi, 31 Nisan - 5 Mayıs 1997
3 http://mrshowbiz.go.com/news/Todays_Stories/970411/4_11_97_3vandamme.html
4 http://www.youmagazine.com/celebrities_index.html
5 http://people.aol.com/people/pprofiles/kdouglas/archives/archive1.html
6 http://dev.celebsites.com/denzelwashington/ (McCalls, Temmuz 2000 röportajı)
7 http://dev.celebsites.com/denzelwashington/ (Weekend Conversation with Denzel
Washington, 12 Aralık 1999)
8 CNBC-e televizyonu
9 http://www.sinemafanatik.com/
10 Time International Magazine, sayi. 45, 9 Kasim 1992, s. 57
11 http://www.amuznet.com/chat_ajmclean.asp
12 http://www.telegraph.co.uk

20 Temmuz 2009 Pazartesi

@ Türkiye, İslâm âlemi için yeni bir tecrübe...

Arap dünyasında en çok izlenen televizyon kanallarının başında gelen MBC kanalının Prime Time'da en çok izlenen "El-Hayatu Kelime" isimli programının geçen haftaki özel konusu Türkiye idi. Riyad'ta canlı olarak 11 Temmuz 2009 Cuma günkü yayınlanan programda seçilen başlık ise "Türkiye…Yeni bir Tecrübe" oldu. Temmuz 2009'un ilk haftasında bir dizi sempozyum ve toplantıya iştirak etmek üzere ülkemizi ziyaret eden Dr. Selman El Ûdeh, bu seyahat neticesindeki intibalarını haftalık programında izleyicilerine aktardı. Programda Türkiye'nin İslâm dünyası için model olması, Avrupa Birliği'ne katılma süreci, son yıllarda modernleşme yolunda katettiği mesafe, Türklerin İslâm dünyasıyla aynı safta yüzyıllar boyunca karşılaştıkları problemlere karşı birlikte durduğu konularına değinildi. Bunun yanında son yıllarda da gerek Gazze için Davos'taki duruşu, gerekse dünyanın dört bir yanındaki ezilen Müslümanlara sahip çıkması ile Türkiye'nin İslâm dünyasında dikkatleri çekmeyi başardığını söyleyen Ûdeh, Arap dünyasında Türkiye hakkında fazla bir şeyin bilinmediği, mevcut bilgilerin sathi ve kulaktan duymanın ötesine geçmediğini dile getirdi.

Son yıllarda da gerek Gazze için Davos'taki dik duruşu, gerekse dünyanın dört bir yanındaki ezilen Müslümanlara sahip çıkması ile Türkiye'nin İslâm dünyasında dikkatleri çekmeyi başardığını söyleyen Ûdeh, Arap dünyasında Türkiye hakkında fazla bir şeyin bilinmediği, mevcut bilgilerin sathi ve kulaktan duymanın ötesine geçmediğini dile getirdi.

Son yıllarda gerçekleşen seçimlerindeki şeffaflığı, sosyal altyapının sağlamlaştırılmasında toplumun katkısı, iktisadî alanda başarısı, rasyonel ve yapıcı hedefleriyle, Türkiye altyapısının başları döndüren bir hızla gelişmekte olduğunu dile getiren Ûdeh, "5-10 sene evvel Türkiye'yi ziyaret edenimizin, şu sıralarda tekrar ziyaret etmesi durumunda, sunulan hizmetler ve kalitesi açısından çok büyük farklılıkların olduğunu görecektir" şeklinde konuştu.

17 Temmuz 2009 Cuma

@ Özal’ın rüyasının ötesinde...

Mustafa Özcan'ın bugunku köşe yazısı:

Ertuğrul Özkök yazdı ya da yeniden hatırlattı: “Özal, olaylar bu şekilde gelişirse, önümüzdeki 20-30 yıl içinde Gürcistan, Nahcıvan ve Kuzey Irak, Türkiye’nin arka bahçesi olur…” demiş. Nabucco imza töreninde Gürcistan lideri Saakaşvili ve diğer bölge ülke liderleri vardı. Nuri Maliki de törende hazır bulunanlar arasındaydı ve Irak doğalgazının yarısını bu hat üzerinden dış piyasalara aktarmaya hazır olduklarını söyledi. Gürcistan bir biçimde Türkiye ile birleşmeye hazır olduklarını daha öncesinde ilan etmişti. Bu Türkiye’nin Kafkaslar’a doğru genişleme istidadı ve potansiyeli anlamına geliyor. Şimdi Kürtlerin Musul vilayeti çerçevesinde Türkiye ile birleşmek istediklerini yabancı kaynaklar da aktarıyor. Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi gerekirse Musul’da Türkiye’ye askeri üs verebileceklerini duyurmuştu. Bütün bunların anlamı Türkiye’nin Özal’ın rüyasının ötesine geçtiğiydi. Özal’ın ölümünün üzerinden 20 yıl geçmeden bütün bu öngörüler oldu da bitti bile. Geride daha büyükleri veya Özal’ın öngörmedikleri yani rüya ötesi kaldı. Özal’ın ölümünün üzerinden 30 yıl geçmeden bir şekilde Ortadoğu’da yeni Osmanlı düzeninin hakim olduğuna şahit olabiliriz. Çoğu gitti azı kaldı ve bu süreç giderek hızlanıyor. Hızlandıkça da kartopu gibi büyüyecek. ABD’nin çekilme planı ve 12 Haziran (2009) tarihinde yaşanan Türkiye merkezli ve bölgesel olaylar Türkiye’nin önündeki son engelleri de kaldırmış oldu. Türkiye’nin önü şimdi siyasi olarak düz bir ova gibi. Bunun Allah’ın takdirinin dışında hiçbir anlamı da yok. Hiç kimsenin iradesi de. 1 Mart tezkeresi geçmiş olsaydı şimdi bırakın Ortadoğu’da önümüzün açılmasını bahtımız kararmıştı bile. Bundan dolayı Cengiz Çandar gibi tezkereciler yeni gerçekleri görmekte zorlanıyorlar. Kürtlerin Türkiye ile bütünleşme eğilimlerine dudak bükebilirler. Lakin bu dudak bükme gerçekleri değiştirmez.

İnanmayanlar olsa da tarihin akışı değişmez. Nitekim, 1 yıldır Kürtlerin Türkiye ile birleşme fikrini billurlaştırdıklarını ve netleştirdiklerini söyleyen Uluslararası Kriz Grubu’nun Raportörü Joost Hiltermann Cengiz Çandar gibi Kürtlerin Türkiye’ye katılımına şüphe ile yaklaşsa ve pek de inanmasa da yine de Kürtlerin buna kuvvetli bir şekilde inandıklarını da söylemeden edemiyor. Merkezi Brüksel'de bulunan Uluslararası Kriz Grubu'nun Türkiye'de yankı bulan "Kuzey Iraklı Kürt liderlerin Türkiye ile birleşmek istediği" yönündeki raporunu kaleme alan analist Joost Hiltermann, bu senaryoyu gerçekçi bulmadığını söylüyor. Raportör, Sabah’a verdiği demecinde, Kuzey Irak'ın "yeni Musul" olarak Türkiye'ye bağlanması ihtimalini "gerçek dışı" bulmakla birlikte, üst düzeydeki Kürt liderlerin, Bağdat yönetimine karşı bu inancı taşıdığını itiraf ediyor. Hiltermann, Kuzey Irak'ın Türkiye ile birleşmesini isteyen Kürt çevrelerinin adını gizli tutma sözü verdiğini belirtti.

Joost Hiltermann, Barzani'nin yakın çevresinin Türkiye ile "siyasi birliği" arzulamadığına dikkati çekerken Barzani cephesininse Kuzey Irak için 'bağımsızlık' rüyasını taşıdığını fakat Türkiye'nin buna hiçbir zaman izin vermeyeceğinin farkında olduğunu ifade ediyor. Kuzey Iraklıların ne Bağdat'ın Maliki yönetimine ne de İran'a güvendiklerini, ABD'nin çekilmesi sürecinde bir tek Türkiye'ye bel bağladıklarını öne süren Hilterman'ın, değerlendirmelerinin bazıları şöyle: Son bir yıldır Kuzey Irak'taki bazı Kürt çevrelerinin Türkiye ile "siyasi birlik" senaryosunu geliştirdiklerini gördüm. En büyük neden ABD'nin çekilecek olması ve Bağdat yönetimi ile Kuzey Irak'ın giderek arasının açılması. Ancak ricaları üzerine adlarını vermedim. Sadece üst düzey bir Kürt lider ve bir Kürt Bakan olduğunu söyledim. Ben kendilerine de böyle bir ihtimalin 'gerçekdışı' olduğunu söyledim. Ama onlar yine de bu inancı besliyorlar. Barzani'nin yakın çevresi daha çok bağımsızlık umudunu taşıyor. Fakat onlar da Bağdat'a karşı Türkiye'nin korumasının öneminin farkında. Ne Bağdat'a ne de İran'a güveniyorlar. Türkiye'nin Kuzey Irak'ın bağımsızlığını asla desteklemeyeceğinin de farkındalar.

Osmanlı’nın çökmesi de gerçekçi değildi, kimilerine göre dirilmesi de aynı şekilde öyle olabilir. Lakin gerçekler kimilerinin gerçekçi bulup bulmadıklarına göre şekillenmez. Tarihin seyri ve akışı kimilerinin gözlerini karartmasıyla değişmez. Gözleri kapatmakla güneş kararmaz. Arapların deyimiyle güneş çuvalla örtülmez veya bizim deyimimizle balçıkla sıvanmaz. Nabucco, Türkiye’nin Özal’ın da rüyasından öteye geçtiğini gösteriyor. Tarih Türkiye’nin önündeki çakılları temizliyor. Türkiye istikbalinde, yeniden muhteşem tarihine geri dönüş yapıyor. Katar’da yayınlanan el Arab el Yevm’de yazan Havas Takiye’nin Radikal çeviride iktibas edilen ‘Körfez İran’a karşı Türkiye’ye sarılıyor’ haberi de bu yönde bir başka kanıtı temsil ediyor.

9 Temmuz 2009 Perşembe

@ Obama: ABD ve Rusya, en dindar ülkeler

Görüşmede Kiril, 2 ülke Hristiyan toplumları arasında diyalogun çok önemli olduğuna dikkat çekerek, "İki ülke kardeş olmalı." dedi. Kiril, Rusya'da birçok kimsenin ABD'nin yeni başkanını iki ülke ilişkilerinin gelişimini sağlayan bir kişi olarak gördüklerini belirtti. Obama da cevaben, "ABD ve Rusya, aynı Hristiyan değerler sistemine sahip. Bizler en dindar ülkeleriz." değerlendirmesinde bulundu. Obama, Hristiyan birliğini teşvik eden çalışmalarından dolayı da Kiril'e teşekkür etti.

2 Temmuz 2009 Perşembe

@ Newsweek: Türkiye, kriz sonrası hızlı parlayacak

ABD’de yayımlanan Newsweek dergisinin 13 Temmuz 2009 tarihinde çıkacak olan sayısında, Türkiye’nin kriz sonrasında parlayacağı yorumuna yer verildi. New York merkezli Traxis Partners Hedge Fonu İdari Ortağı Barton Biggs imzasıyla “Türkiye karar aşamasında” başlığıyla yayınlanan yazıda, “Dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olan, çok geniş gizli gücüyle 71 milyon nüfuslu ülke için elinde olmayan kriz çok üzücü durum. Avrupa Birliği’ndekilerin aksine, Türkiye’nin nüfusu ve işgücü artmakta. Halkı ve bankaları, kamu sektörü büyük borç içinde değil. Bankaları Avrupa, İngiltere, ABD ile karşılaştırıldığında tümüyle daha sağlıklı” denildi. Türkiye’nin büyük, işleyen demokratik bir Müslüman ülke olarak Orta Doğu’daki diğer ülkelere örnek olduğu, AB’nin güney kanadında bir dayanak noktası olduğuna işaret edilen yazıda, “Türkiye, Avrupa’nın en büyük ve muhtemelen en güçlü ordularından birine sahip. Gelibolu’dan Kore ve Vietnam’a kadar ‘Türklerle uğraşma’ efsanesi devam etmektedir” görüşüne de yer verildi.