23 Mart 2008 Pazar

@ Bediüzzaman'ın talebeleri ile röportaj

Mustafa Sungur: Allah gayretimizi arttırsın, istikamette muhafaza etsin!
Malûmunuz, Rusya’da, Rusça olan bazı Risâle-i Nur eserleri yasaklandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oradaki arkadaşlar, Risâle-i Nur’un daha çok yayıldığını ve okunduğunu söylüyor. Zaten, Rusça bazı eserler yasaklanmış. Diğer dillerdeki eserler serbest. Bir dönem dinsizliğin merkezi olan Rusya’da, şimdi Risâle-i Nur serbestçe basılıyor, okunuyor ve hâlâ neşrolunuyor. Bayramdır yani bu. Büyük bir fütuhattır. “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir” mânâsı tahakkuk ediyor inşallah.

Abdullah Yeğin: İttihad-ı İslâm için, önce kalplerimiz ittihad etmeli.
1951’de Emirdağ’da Üstadımızın yanında olduğum sıralardı. Üstadımız hastaydı, yatıyordu. Elinde de küçük bir kitap vardı. Bu kitap, İstanbul’dan gelmiş kendisine. Yattığı yerden bu kitabı okuyor, bakıyor, karıştırıyordu. Sonra, birdenbire doğruldu ve dedi ki: “Bu kitap, benim hastalığımın devâsıdır.” Zaten Üstad, her ne zaman bir kitap veya mühim bir mevzu hakkında makale yazmışsa, bir hastalıktan sonradır veya hastalık esnâsındadır. Bir sıkıntıdan sonra bir ferahlık gelir o şekilde. Kitabı göstererek, “Bunu da tercüme edeceğiz” dedi. “Bu Hutbe-i Şâmiyeyi tercüme edeceğiz. Eli kalem tutanlar gelsinler” dedi. Çağırdık, dört kişi olduk. Üstadımız tercüme etti, biz de yazdık. Kaç saat sürdüğü hatırımda kalmadı. İşte, Hutbe-i Şamiye’nin ilk defa Türkçe’ye çevrilmesi bu senedir.
Sonra Hutbe-i Şamiye, kitap halinde çıktıktan sonra İstanbul’da çıkan bazı gazetelerin makalelerinden ilâveler, zeyller yapıldı. Kitap halinde teksir edildi. O zamanki Demokrat Parti’nin dindar mebuslarına gönderildi. Üstadımız diyordu ki: “Benden siyaset istiyorlar. Bu kitap, benim siyasetimdir.” Çünkü o, ittihad-ı İslâmdan bahsediyor. İslâm birliğinden, kalplerin birliğinden ve İslâm âlemindeki hastalıklardan bahsediyor. Bu esere çok ehemmiyet veriyordu Üstadımız.

Mehmet Fırıncı: Bediüzzaman Said Nursî 100 sene sonra yeni yeni anlaşılıyor.
Meşrutiyet (ikinci) ilân edildikten sonra Bediüzzaman, Doğudaki aşiretleri gezerek meşrutiyet ve hürriyetin güzelliğini anlatmış, daha sonra bunları Münâzarât isimli eserinde toplayarak neşretmişti. Sözkonusu eserinin bir yerinde "Eğer siz tembel kalıp da onun (meşrutiyetin) yolunu yapmazsanız, tembellik etseniz, yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz" demektedir.

Yeni Asır gazetesinde yayınlanan röportajın tamamını başlığa tıklayarak okuyabilirsiniz.