31 Mayıs 2008 Cumartesi

@ Dava adamlarına yapılan baskılar!

Abdullah Kılıç'ın, bugünkü Önce Vatan Gazetesi'ndeki makalesinden bazı bölümleri aşağıda okuyabilirsiniz:

Fetullah Gülen neden Amerika'da yaşıyor?

Bir kere utanarak ve teessürle ifade etmek gerekir ki; öz vatanında yaşama imkânı bulamadığı için... Peki, her şey tamam, davalardan beraat etti neden gelmiyor? Türkiye’de her hangi bir dava ikame etmek için ciddi gerekçelere lüzum hissedilmediğini yaşadığımız günler bize göstermiştir.

Bu davalar cezasız son bulsa dahi uzayacak duruşmalar, malum basının hezeyan ve manipülasyonları insanı orta yerinden çatlatmaya kâfidir.

Önümüzde o kadar hazin örnekler var ki bunların utancından kurtulmamız, masum insanların adalete güvenini tesis etmemiz mümkün gözükmüyor.

Hadiseleri ister sondan bana isterseniz baştan sona doğru bir ele alalım:

Bitmeyen tükenmeyen BAV (veya Adnan hoca) davaları. Bu şahsı bir iki TV ekranlarında gördüm. Etrafına toplanan gençlerden bir kaçı ile kısa diyaloglarım oldu. İki konferanslarını dinledim.

Dıştan gördüğüm kadarıyla son derece bilgili, estetik zevkleri yüksek, genelle mukayese edildiğinde münevver gençler. Bu akıllı ve söylenene göre hepsi zengin aile çocukları neden mahkeme bombardımanı altında yaşıyorlar, kesinlikle entelektüel kapasiteleri sıra dışı bu insanlar neden Adnan Oktar’la hareket ediyorlar.

Her biri Türkiye’de iktidara namzet her partide görev alacak şart ve imkânlara sahipler. İpe sapa gelmez karalama kampanyaları yerine bu insanlara kulak verilse acaba milletimiz için daha doğru olmaz mı?

Adnan hocanın ilk mahkeme serüvenini ve ruh hastalığı teşhisiyle son derece aşağılayıcı şekilde yayın bombardımanı altında akıl hastanesine kapatılışını hatırlayın lütfen!.. Sonraları orada çalışan muhtelif psikiyatri doktorlarına “durumun aslı nedir?” diye sorduğumda; acı bir tebessümle karşılaşmıştım. Adamın duruşuna, oturuşuna, konuşmasına, yazdıklarına bakıyorum da “Allah’ım bize böyle daha çok deliler ver” demekten kendimi alamıyorum.

Bu cemiyet mensuplarının çalışmalarında “Millîlik, insanî ve İslamî değerler” öne çıkmaktadır.

Benim anladığım kadarıyla Adnan hoca ve ekibi; Türkiye’deki, masonik ve pozitivist, materyalist mihraklara karşı ciddi bir mücadele vermektedir. Başına gelen belalar bu kovanlara çomak soktuğu içindir.

Geçtiğimiz aylarda bir kültür merkezinde Darvinizm’e karşı “Yaradılış Kuramını” savunan bilimsel bir sergilerini gezdim. O güne kadar duyduğum ama gözle görmediğim muhtelif canlı fosillerini ve onların yer katmanlarında milyarlarca yılda nasıl muhafaza olduğunu seyrettim. Ertesi gün ne kadar boyalı basın varsa korkunç bir hücuma geçti. Netice de “itle dâhilerinden dalaşmaktansa çalıyı dolaş” düşüncesindeki mekân sahiplerinin sergiyi kapattıklarını öğrendim.

Bu meseleyi bir tarihi misali hatırlayarak sonlandırıyorum.

Adnan Oktar’ın tımarhaneye tıkılması Abdülhamit Han zamanında Said-i Nursi’nin başına gelir. Üstat, Sultanın cazip ulufesini şiddetle reddedince delilik yaftası ile Masar Osman’a tıkılır. O dönemde Sayid-i Nursiye deli raporu vermesi istenilen doktorun tavrını da torunundan dinlemiştim. Hastaneye kapatılmasından kısa bir müddet sonra; asrın olan insan bütün doktorları hayrete sürükler. Mevcut hükümetin yasak savmak için Sayid-i Nursi’ye deli raporu verilmesi talebine karşı yetkili makamdaki doktor: “Beyler karşınızda bir deli değil bir dahi bulunmaktadır. Buna deli raporu verecek bir doktoru tahayyül bile edemiyorum ”ifadesiyle gerçeği şaklabanların yüzüne mıh gibi çakıverir.

Said-i Nursi’nin 85 yıllık ömrünün yaklaşık 40 senesi ya mahkemelerde, ya sürgünlerde, ya mahpuslarda geçmiştir. Onu darağacı ile korkutup yıldırmak isteyenler de gerekli cevabı almışlardır.

Ancak idrak bir nasip işidir, lütfû ilâhidir. Bundan mahrum olandan hakkaniyet ve merhamet beklemek de beyhudedir.